Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, kayden maliki olduğu 220 parsel sayılı taşınmazın miktarını ve vasıflarını bilmediğini, davalının babası olan dava dışı ağabeyinin baskıları ile ağabeyine bağışlama niyetinde olduğunu, ancak kandırılmak suretiyle taşınmazın davalıya intikalinin sağlandığını, taşınmazın bildiğinden daha büyük olduğunu öğrendiğini ve kendisine bedel de ödemediğini ileri sürerek, davalının okuma yazma bilmemesinden, hulus ve saffetinden yararlanarak hileli yollarla edindiği taşınmaz kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, Tapu Sicil Müdürlüğü aleyhine açılan davanın husumetten reddine, diğer davalı yönünden ise iddiaların kanıtlanmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 13.1.2009 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat N.S.N. ile temyiz edilen Hazine vekili Avukat C.L.S. geldi davetiye tebliğe rağmen diğer temyiz edilen vekili avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi . .tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Dava, hata ve hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğine ve toplanan delillere göre; çekişme konusu taşınmazın davacı N.S.e ait iken kardeşi olan H.B.ye verdiği vekaletname kullanılmak suretiyle maliki olduğu 220 parsel sayılı taşınmazın davalı S.ye temlik edildiği anlaşılmaktadır.
Davacı, vekaletnamenin kendisinden hata ve hile ile alındığını ve taşınmazın mülkiyetinin naklinin gerçekleştirildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmış; mahkemece vekaletin hile ve hata ile alındığının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddi cihetine gidilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki, vekaletin hile ile alındığı iddiası, aynı zamanda vekaletin kötüye kullanıldığı iddiasını da içerir
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; mahkemece yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde bir araştırma yapılmadığı sabittir.
O halde, vekalet görevinin kötüye kullanılması ile ilgili iddia bakımından tarafların delillerinin eksiksiz olarak toplanması, soruşturmanın tamamlanması, belirtilen ilke ve yasal düzenlemeler de dikkate alınmak suretiyle delillerin değerlendirilmesi, ondan sonra hasıl olacak duruma göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere eksik inceleme ile hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davacının temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile hükmün açıklanan hedene hasren HUMK." nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 19.12.2008 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 625.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 13.1.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.