20. Hukuk Dairesi 2019/6167 E. , 2020/2490 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava dilekçesinde, tarafların 355 ada 46 nolu parsel üzerinde bulunan kat mülkiyeti kurulu taşınmazda kat maliki olduğunu, davacının dava konusu taşınmazla ilgili dış cephe ve güçlendirme amacıyla taşınmaza masraf yaptığını ancak, yapmış olduğu masrafı davalılardan tahsil edemediğini, bu nedenlerle TMK"nın 994 maddesi gereğince iyiniyetli zilyet olarak alacağının güvence altına alınması için HMK"nın 1011 maddesi gereğince geçici tescil kararı verilmesi istenilmiştir.
Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava TMK"nın 994 ve 1010. maddeleri gereğince geçici tescil şerhi verilmesi istemine ilişkindir.
6100 sayılı HMK"nın geçici 3. madde 1. fıkrasına göre; bölge adliye mahkemelerinin, 26/09/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2. maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. 2. fıkrasına göre; bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/09/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454. madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez. 3. fıkrasına göre; bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır. Aynı maddenin (2) fıkrası gereğince de; Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454. madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunacaktır ve 1086 sayılı HUMK"nın 437. maddesinde sulh hukuk mahkemesi kararlarına karşı temyiz süresi 8 gündür.
Dava dosyasının incelenmesinden; ilk derece mahkemesinin yargılamayı sonlandırdığı kısa kararda ve gerekçeli kararda kanun yoluna başvuru süresinin 2 hafta olarak belirtildiği, davalı vekilinin belirtilen bu süreye göre kanun yoluna başvuru dilekçesini sunduğu anlaşılmıştır.
Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasında Devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu ifade edilmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 297. maddesinin "ç." bendi uyarınca da hükümde, kanun yolları ve süresinin gösterilmesi bir zorunluluktur. Kanun koyucu, Devlet organlarının tesis ettiği işlemlere karşı kanun yolları ve hangi mercilere başvuracağı ve başvuru süresi bakımından tarafların doğru bilgi sahibi olmalarını sağlayarak, dağınık mevzuat karşısında hangi yola müracaat edeceğini bilmeyen yahut tereddüt eden bireylerin hak arama özgürlüğünü etkin ve sağlıklı bir şekilde kullanmalarını amaçlamıştır.
Anayasa Mahkemesi de birçok kararında başvurucuların gerekçeli kararda belirtilen süreye güvenerek hareket etmesinin makul görülebileceğini, mahkemenin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü dikkate alındığında, temyiz süresinin mahkeme kararında farklı belirtilmiş olması karşısında, kanunda belirtilen süre olduğunu kabul ederek dilekçenin reddine karar veren değerlendirmelerin mevzuat hükümleri çerçevesinde ve öngörülebilirlik sınırları içinde olduğunun kabul edilemeyeceğini, yapılan yorumun başvurucuların temyiz hakkını kullanmayı imkânsız kılacak ölçüde ve aşırı şekilci bir yaklaşımla elde edildiğini ve bu açıdan kararın başvurucuların mahkemeye erişim hakkını zedelediği sonucuna ulaşarak, Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alman adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. (Anayasa Mahkemesi "nin 2014/819 başvuru numaralı ve 09.06.2016 tarihli (29757 Sayılı ve 29.06.2016 tarihli Resmi Gazete"de yayımlanan) kararı).
Davacı vekilinin temyiz talebi yönünden; ilk derece mahkemesince kısa kararda ve gerekçeli kararda temyiz yolu istinaf olarak açıklanmıştır. Gerekçeli karar davacı vekiline 26/06/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, davalı ise 06.07.2019 tarihinde, kısa kararda ve gerekçeli kararda bildirilen istinaf kanun yoluna başvurma süresi içinde harç ve giderlerini yatırarak karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Belirtilen sebeple adil yargılanma hakkı, adalete erişim hakkının zedelenmemesi gözönünde bulundurularak temyiz isteminin süresinde olduğunun kabulü ile işin esasına girilerek davacı tarafın temyiz sebepleri incelenmesine karar verilmiştir.
Türk Medeni Kanununun 997 ila 1027. maddelerindeki hükümler, tapu siciline ilişkin bulunmaktadır.
Bunlardan, 1008. madde tapu siciline kaydolunacak ayni hakları, 1009. madde sicile şerh verilebilecek kişisel hakları, 1010. ve 1011. maddeler ise temlik hakkının sınırlamaları ile geçici tescili düzenlemiştir.
Türk Medeni Kanununun 1009 ve devamı maddelerinde tapu siciline şerh verilmesi gereken kişisel haklar sınırlı olarak sayılmış olup sadece kanunlarda açıkça öngörülen hakların tapu siciline şerh verilebileceği hükme bağlanmıştır.
Türk Medeni Kanunu 994. madde ise “İyiniyetli zilyet, geri vermeyi isteyen kimseden şey için yapmış olduğu zorunlu ve yararlı giderleri tazmin etmesini isteyebilir ve bu tazminat ödeninceye kadar şeyi geri vermekten kaçınabilir. İyiniyetli zilyet, diğer giderler için tazminat isteyemez. Ancak, şeyin geri verilmesinden önce kendisine bu giderler için bir tazminat önerilmezse, kendisi tarafından o şeyle birleştirilen ve zararsızca ayrılması mümkün bulunan eklemeleri o şeyi geri vermeden önce ayırıp alabilir. Zilyedin elde ettiği ürünler, yaptığı giderler sebebiyle doğan alacaklarına mahsup edilir.” demektedir.
Somut olayda; davacı tarafça zilyetliğinde bulundurduğu bağımsız bölümlerin zilyetliklerinin kaybedildiği iddasında bulunulduğuna göre mahkemece bu hususun tespit edilmesi halinde davanın konusuz kaldığından hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekmektedir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun “Esastan Sonuçlanmayan Davada Yargılama Gideri” başlıklı 331. maddesinin 1. fıkrasında; davanın konusuz kalması sebebiyle davanın esası hakkında bir karar verilmesine gerek bulunmayan hâllerde, hâkimin, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderlerini takdir ve hükmedeceği düzenlenmiştir. Bu durumda mahkemenin yargılamaya devam
ederek dava açıldığı zaman hangi tarafın haksız olduğunu tespit etmesi ve tutumuyla dava açılmasına sebep olan tarafı yargılama gideri ile mahkum etmesi gerekmektedir. Aksi düşünce ile yazılı olduğu şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde iadesine 06/07/2020 günü oy çokluğu ile karar verildi.
(Muhalif)
KARŞI OY YAZISI
Sulh hukuk mahkemesi kararlarının 8 gün içinde temyiz edilebilmesine rağmen yerel mahkemece kararda kanun yolunun istinaf olarak belirtilmiş olması nedeniyle davacı vekilinin kararın tebliğinden 10 gün sonra verdiği temyiz dilekçesinin süresinde kabul edilip edilmeyeceğinin yürürlükteki mevzuat hükümleri ve hukuki istikrar açısından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde, karara ulaşmak bakımından, mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler vardır ve her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile normatif bir değer kazanan bu zaman aralıklarına süre denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, inisiyatifine bırakılmamış olmaktadır.
Bir uyuşmazlık mahkemeye taşınmış olmakla, kamu alanına, toplumun da çıkarını ilgilendiren bir platforma aktarılmış olmaktadır. Bu nedenle bir davanın makul sürede sona erdirilmesinde en az taraflar kadar toplumun da yararı vardır.
Şu halde, süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının, başka ifadeyle diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşürülmesinin önlenmesi; uluslar üstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir zamansallıkla yürütülmesi, başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması olarak özetlenebilir.
Sürelerin önemli bir kısmı, taraflar için konulmuş sürelerdir. Taraflar, bu süreler içinde belli işlemleri yapabilirler veya yapmaları gerekir. Bu süre içinde yapılamayan işlemler, tekrar yapılamaz ve süreyi kaçıran taraf aleyhine sonuç doğurur. Taraflar için konulmuş süreler, kanunda belirtilen süreler ve hâkim tarafından belirtilen süreler olmak üzere ikiye ayrılır. Kanunda belirtilen süreler, kanun tarafından öngörülmüş sürelerdir. Cevap süresi, temyiz süresi gibi. Bu süreler kesindir ve bir işlemin kanuni süresi içinde yapılıp yapılmadığı, mahkemece re’sen gözetilir. Hâkimin tespit ettiği süreler ise, kural olarak kesin değildir. (Kuru, Baki, Prof. Dr.; Arslan, Ramazan, Prof. Dr.; Yılmaz, Ejder, Prof. Dr.; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış 22. Baskı, Ankara 2011, s.749).
Hâkim, kendi tayin etmiş olduğu süreyi, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nın 90/2. maddesine göre iki tarafı dinledikten sonra haklı nedenlere dayanarak, azaltıp çoğaltabilir. Hâkim, tayin ettiği sürenin, kesin olduğuna da karar verebilir (HMK m.94/2, HUMK m.163).
Yukarıda da belirtildiği üzere hakim tarafından da sürenin belirlenebildiği durumlar var olmakla birlikte kanunda belirlenen süreler üzerinde hakimin tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. Eş söyleyişle kanun öngördüğü bir süre hakim tarafından uzatılıp kısaltılamaz. Temyize ilişkin süreler de yasa tarafından düzenlenen kesin sürelerdir ve resen gözetilmesi gerekir.
6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinin (1). fıkra hükmü; “Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2"nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” şeklindedir.
1086 sayılı HUMK’nın 437. maddesini yeniden düzenleyen 5236 sayılı Kanunun 16 md. öncesindeki hali “Sulh mahkemesi kararlarına karşı temyiz süresi sekiz gündür. Bu süre ilamın usulen taraflardan herbirine tebliği ile işlemeye başlar….” şeklindedir.
Tüm bu nedenlerle kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hakim kanundaki süreleri arttıramaz veya eksiltemez. Halen yürürlükte bulunan yasa hükümlerine göre sulh hukuk mahkemesi kararlarına karşı temyiz süresi 8 gün olduğu halde hüküm sonucunda mahkeme hakimince hatalı şekilde kararın istinaf kanun yoluna tabi olduğunun belirtilmesi hükmü temyiz eden tarafa herhangi bir hak sağlamayacağından sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum. 06/07/2020