Taraflar arasında görülen davada:
Davacı, miras bırakanı A.Ş.’in maliki oldu 1490 parsel sayılı taşınmazı mirastan mal kaçırmak amacıyla davalı oğlu M.’e satış suretiyle muvazaalı temlik ettiğini.M.’in de taşınmazın 1/3 payını davalı A.’e, 1/3 payında diğer davalı G.’e danışıklı olarak devrettiğini ileri sürerek,miras payı oranında tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalılar, iddiaların yersiz olduğunu bildirip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, temliki işlemlerin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi .un raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 1490 parsel sayılı taşınmaz miras bırakan A. Ş.’e ait iken, 24.8.1990 tarihinde davalı oğlu M.’e satış suretiyle temlik ettiği, M.inde 29.3.2001 tarihinde taşınmazın 1/3 payını davalı torun A.’e, 1/3 payını da davalı gelin G.e satış suretiyle devrettiği görülmektedir.
Davacıların, temliklerin mirastan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı biçimde gerçekleştirildiğini ileri sürerek eldeki davayı açtıkları, davalıların da çekişmeli taşınmazın miras bırakanın erkek çocukları tarafından satın alındığını, emaneten muris üzerine kaydedildiğini sonradan iade edildiğini, ayrıca davacı kızına da temliklerde bulunduğunu savundukları, mahkemece de miras bırakanın gerçek iradesinin mallarını paylaştırmak olduğu, mal kaçırma iradesi bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Öte yandan, miras bırakan tarafından sağlığında hak dengesini gözeten, kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapılmışsa, mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdur.
Somut olayda; davalıların inançlı işleme dayanan savunmalarını yazılı delille ispat edemedikleri gözetilerek bu savunmaya değer verilmemesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Ne var ki, davalıların paylaştırma savunması yönünden yukarıda değinilen ilkeler doğrultusunda hükme yeterli bir soruşturma yaptığını söyleyebilme olanağı da bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden taşınır taşınmaz mallar ile haklarının araştırılması, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgelerin mercilerinden getirtilmesi, varsa her bir mirasçıya nakledilen mallar ile hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınması, böylece yukarda değinilen anlamda bir paylaştırma kastının bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulması, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.
Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK. nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA,alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.02.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.