Taraflar arasında görülen davada;Davacılar, miras bırakan B."in, taşınmazlarının büyük bölümünü davalı oğlu M."ya bağış yoluyla, bir kısmını ise, M."ya verdiği vekaletnameyle diğer davalıya satış suretiyle temlik ettiğini, böylece öteki mirasçıların mahfuz hisselerine tecavüz edildiğini, murisin 17 adet taşınmazdaki paylarının bağışa, 3 adet taşınmazdaki paylarının ise şatışa konu olduğunu ileri sürüp, bağış ve satışların saklı paylarına tecavüz eden kısımlarının tenkisini istemişlerdir.
Davalılar, B. tarafından davacı S."in vasiyetnameyle mirastan iskat edildiğini ve bu nedenle davacı S."in tenkis davası açma hakkının bulunmadığını, B.in saklı payları bertaraf amacıyla hareket etmediğini, mirasçı olmayan Y."a yapılan temliklerin de gerçek satış olduğunu belirtip, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davalılara yapılan temliklerin diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve saklı paylarına tecavüzlü olması nedeniyle tenkise tabi olup, davalı M."dan yapılacak tenkisin yeterli olacağının uzman bilirkişi tarafından saptandığı gerekçesiyle, "davacı S."in davasının davalı M.açısından kabulüne, davacı C."in davasının HUMK"un 409.maddesi uyarınca açılmamış sayılmasına, davalı Y. hakkındaki davanın reddine" karar verilmiştir.
Karar, davacı S.vekili ile davalı M.vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 29.9.2009 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden M. S.vekili Avukat ...... ile yine temyiz eden S.S. vekili Avukat ...... geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi .......tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, tenkis isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davacı S.’in davasının davalı M.açısından kabulüne, davacı C.’in davasının HUMK.nun 409.maddesi gereğince açılmamış sayılmasına, davalı Y. hakkındaki davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, miras bırakan B. S. tarafından ... parsel sayılı taşınmazının tamamı ile .., .., ..ve .. sayılı parsellerdeki paylarının 24.05.1995 tarihli hibe akdiyle davalı M.ile dava dışı S.’a temlik edildiği, S.’ın da 01.06.1995 tarihinde 169, 245 ve 677 sayılı parsellerdeki temellük ettiği payları davalı M.’ya ve 27.09.1995 tarihinde de 341 sayılı parseldeki ½ payı ile 679 parsel sayılı taşınmazdaki 650/18810 payını miras bırakan B.’e satış suretiyle devrettiği, muris B.’in 341 sayılı parseldeki payını bu kez 13.03.1996 tarihinde ve davalı M.’nın da payını 12.12.1996 tarihinde satış şeklinde davalı Y.a temlikleri sonucu 341 parsel sayılı taşınmazın tamamının davalı Y.adına kayıtlı olduğu; yine miras bırakanın adına vekaleten davalı M. tarafından murisin çekişmel..sayılı parseldeki 7000/18630 payının 13.03.1996 tarihinde davalı Yaşar’a aynı şekilde devredildiği, muris B.’in 11.10.1996 tarihinde de bizzat; 2, 11, 141, 234, 333, 335, 337, 339, 345, 343, 81, 88, 61 ada 51, 27 ada 17 parsel sayılı taşınmazlardaki verasette iştirakli hisselerinin tamamını diğer hissedarlardan davalı Mustafa’ya hibe ettiği anlaşılmaktadır.
Davacı taraf, 341, 679 ve 457 sayılı parsellerde davalı Y.lehine yapılan satışların aslında muvazaalı olduğu ve diğer çekişmeli taşınmazlarda davalı M. lehine gerçekleştirilen bağışların saklı payına tecavüz kastını taşıdığını ileri sürerek, ancak tenkisi isteğiyle eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki, bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır.
Öte yandan miras bırakanın sağlığında mal varlığının tamamını veya bir kısmını, mirasçıları arasında hoş görü ile karşılanabilecek makul ölçüler içerisinde paylaştırmışsa mirasçısından mal kaçırma iradesinden söz etme olanağı yoktur. O halde miras bırakanın denkleştirme yapıp yapmadığı üzerinde durulması, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden, taşınır, taşınmaz ve hakların araştırılması, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgelerin mercilerinden getirtilmesi, her bir mirasçıya geçirilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınarak paylaştırmanın mı? yoksa mal kaçırma amacın mı? üstün tutulduğunun aydınlığa kavuşturulması zorunludur.
Öyleyse, miras bırakana ait iken satış suretiyle davalı Yaşar’a intikal ettirilen çekişmeli taşınmazlar bakımından, yapılan işlemlerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun anlaşılması halinde iptale tabi oldukları, ancak davada sadece tenkis isteğinde bulunulmuş olması nedeniyle tenkise esas alınabilecekleri kuşkusuzdur. Ancak mahkemece, yukarıdaki ilkeleri kapsar biçimde bir araştırma, inceleme ve değerlendirme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.
Diğer taraftan; tenkis (indirim) davası, miras bırakanın saklı payları zedeleyen ölüme bağlı veya sağlar arası kazandırmaların (tebberru) yasal sınıra çekilmesini amaçlayan, öncesine etkili, yenilik doğurucu (inşai) davalardandır. Tenkis davasının dinlenebilmesi için öncelikli koşul; miras bırakanın ölüme bağlı veya sağlar arası bir kazandırma işlemi ile saklı pay sahiplerinin haklarını zedelemiş olmasıdır. Saklı payların zedelendiğinden söz edilmesi ise kazandırma konusu tereke ile kazandırma (temlik ) dışı terekenin tümü ile bilinmesiyle mümkündür. Tereke miras bırakanın ölüm tarihinde bırakmış olduğu mameleki kıymetler ile, iadeye ve tenkise tabi olarak yaptığı kazandırmalardır. Bunlar terekenin aktifini oluşturur. Miras bırakanın borçları, bakmakla yükümlü olduğu kişilerin bir aylık nafakası, terekenin defterinin tutulması, mühürlenmesi, cenaze masrafları gibi giderler de pasifidir. Aktiften belirtilen borçların indirilmesi net terekeyi oluşturur. Tereke bu şekilde tespit edildikten sonra mirasın açıldığı tarihteki fiyatlara göre değerlendirilmesi yapılarak parasal olarak miktarının tespiti gerekir. (MK.565) Miras bırakanın Medeni Kanunun 564. maddesinde belirlenen saklı paya tecavüz edip etmediği bulunan bu rakam üzerinden hesaplanır. Tasarruf oranı aşılmış ise tasarrufun niteliğine göre icap ederse kazandırma işleminde, saklı payları zedeleme kastının bulunup bulunmadığı objektif (nesnel) ve subjektif (öznel) unsurlar dikkate alınarak belirlenmelidir. Zira tasarruf oranını aşan her kazandırmada saklı payları zedelenen kastının varlığından söz edilemez.
Mutlak olarak tenkise tabi tasarruflarda (ölüme bağlı tasarruflar veya Medeni Kanunun 565. maddesinin 1,2 ve 3 bentlerinde gösterilenler) veya saklı payın ihlal kastının varlığı kesin olarak anlaşılan diğerlerinde özellikle muayyen mal hakkında tenkis uygulanırken Medeni Kanunun 570. maddesindeki sıralamaya dikkat etmek davalı mahfuz hisseli mirascılardan ise aynı kanunun 561. maddesinde yer alan mahfuz hisseden fazla olarak alınanla sorumluluk ilkesini gözetmek, dava konusu olup olmadığına bakılmayarak önce ölüme bağlı tasarruflarla davacının saklı payını tamamlamak, sonra sağlar arası tasarrufları dikkate almak gerekir. Bu işlem sırasında dava edilmeyen kişi veya tasarrufların tenkisi gerekeceği sonucu çıkarsa davacının onlardaki hakkını dava etmemesinin davalıyı etkilemeyeceği ve birden çok kişiye yapılan teberru tenkise tabi olursa 563. maddede yer alan, alınanla mütenasip sorumluluk kuralı gözetilmelidir.
Davalıya yapılan tasarrufun tenkisine sıra geldiği takdirde tasarrufun tümünün değeri ile davalıya yapılan fazla teberru arasında kurulan oranda (SABİT TENKİS ORANI) tasarrufa konu malın paylaşılmasının mümkün olup olamayacağı (MK.564) araştırılmalıdır. Bu araştırma sonunda tasarrufa konu mal sabit tenkis oranında bölünebilirse bu kısımların bağımsız bölüm halinde taraflar adına tesciline karar verilmelidir.
Tasarrufa konu malın sabit tenkis oranında bölünmezliği ortaya çıktığı takdirde sözü geçen 564. maddedeki tercih hakkı gündeme gelecektir. Böyle bir durum ortaya çıkmadan davalının tercih hakkı doğmadan davalının tercihinin kullanması söz konusu olamaz. Daha önce bir tercihten söz edilmişse sonuç doğurmaz. O zaman davalıdan tercihi sorulmak ve 11.11.1994 günlü 4/4 sayılı içtihadı birleştirme kararı uyarınca sür"atle dava konusu olup sabit tenkis oranına göre bölünemeyen malın, tercih hakkının kullanıldığı gündeki fiatlara göre değeri belirlenmeli ve bu değerin sabit tenkis oranıyla çarpımından bulunacak NAKTİN ödetilmesine karar verilmelidir. Somut olayda, mahkemece yapılan araştırma, uygulama ve alınan raporların hükme yeterli ve elverişli olmadığı, sabit tenkis oranı hesaplanırken miras bırakanın tasarruf dışı taşınmazları ile çekişmeli taşınmazların değerlerinin tespitinde hatalar (miktar, pay, vs.) yapıldığı ( örneğin murisin paydaşı olduğu 302 parsel sayılı taşınmazın miktarı 10040 m2 iken 1040m2 olarak hesaplanmış, 679 sayılı parselde davalı M.’ya temlik edilen pay 650/18810 olduğu halde, diğer 650/18810 payın 3.kişiye temlikten sonra miras bırakana döndüğüne dair akit tabloları dikkate alınarak akıbeti araştırılmaksızın, başka ifadeyle tedavüllü kayıtlar getirtilip, anılan payın halen muris üzerinde mi yoksa başka temlik konusu olup olmadığı gözetilmeksizin 1300/18810 pay davalı M.’ya devredilmiş gibi hesap yapılmış,343 sayılı parselde temlik konusu 11/16 payın 2/8 si yerine 11/18 payın 2/8 si olarak değerlendirilmiş, murisin ölüm tarihindeki değerler yerine 341 sayılı parselin 1996 yılı, 88 sayılı parselin 1995 yılı değerleri dikkate alınmıştır,v.s) ve yine tenkis miktarının tespitine ilişkin raporda da benzer hatalar yapıldığı gibi, tasarruf dışı taşınmazların temlik konusu taşınmazlar içerisinde gösterildiği, pay ve toplama yanlışları,vs. ile sonuca gidildiği anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, yukarıda değinilen ilkeleri kapsar biçimde, öncelikle satışa konu taşınmazların temlikinin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığının saptanması, muvazaalı olduğunun anlaşılması halinde istekle bağlı kalınarak tenkis konusu yapılması ve tenkis yönünden araştırma, inceleme ve soruşturmanın noksansız tamamlanması, ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken noksan soruşturmayla yetinilerek ve hatalı raporlar esas alınmak suretiyle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davacı S. ile davalı M.nın temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.12.2008 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden taraf vekilleri için 625.00."şer-TL. duruşma avukatlık parasının karşılıklı olarak alınıp birbirlerine verilmesine, 28.1.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.