Davacı, 1.1.2002-18.8.2005 tarihleri arasında SSK ile çakışmayan sürelerde zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olduğunun ve yaşlılık aylığına hak kazandığının tesbitine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kabulüne karar vermiştir.
Hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
Dava nitelikçe, davacının 01.01.2002-18.08.2005 tarihleri arasında Sosyal Sigortalar Kurumu’na tabi zorunlu sigortalılığı ile çakışan süreler dışında 1479 sayılı Yasa kapsamında esnaf Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tesbiti ile 18.08.2005 tarihini takip eden aybaşı itibariyle yaşlılık aylığına hak kazandığının tesbiti istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulü ile davacının 01.01.2002-18.08.2005 tarihleri arasında 02.01.2002-05.02.2002 tarihleri arasındaki Sosyal Sigortalar Kurumu’na tabi zorunlu sigortalılığı dışında 1479 sayılı Yasa kapsamında esnaf Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tesbiti ile 01.09.2005 tarihi itibari ile yaşlılık aylığına hak kazandığının tesbitine karar verilmiştir.
Davacı, vergi kaydı nedeniyle 20.09.1982 tarihinden itibaren 1479 sayılı Yasa’ya göre resen esnaf Bağ-Kur sigortalısı olarak tescil edilmiştir. Davacının 01.09.1982-30.04.1986, 07.10.1986-20.02.1989, 24.09.1992-30.07.1994 tarihleri arasında sakadatçılık faaliyetinden dolayı vergi kaydı, 16.01.1985-07.08.2005 tarihleri arasında esnaf ve sanatkar sicil kaydı ile 16.01.1985-31.07.2005 tarihleri arasında Konya Kasaplar Odası kaydı mevcuttur. Ayrıca, davacının 01.11.1973-26.03.1973 tarihleri arasında 137 gün, 02.11.1998-01.04.1999 tarihleri arasında 150 gün, 01.04.1999-31.05.1999 tarihleri arasında 60 gün ve 02.01.2002-05.02.2002 tarihleri arasında 35 gün Sosyal Sigortalar Kurumu’na tabi zorunlu sigortalılığı bulunmaktadır.
Hal böyle olunca, verilecek kararın Sosyal Sigortalar Kurumu’nun da hak alanını doğrudan etkilediği açıktır. Bu bakımdan, Sosyal Sigortalar Kurumu’na davanın yöntemince yöneltilmesi, Sosyal Sigortalar Kurumu’nun ileri süreceği delillerin toplanması, dosyadaki mevcut delillerle birlikte değerlendirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerektiği ortadadır. Oysa, yargılamanın Bağ-Kur’un huzuru ile sürdürüldüğü ve sonuçlandırıldığı açıktır.
Mahkemenin kabulüne göre de, “çatışan sigortalılık sorununu” gerek 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ve gerekse 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu birbirlerine paralel düzenlemeler ile bir sigortalının aynı anda birden fazla sosyal güvenlik kurumuna tabi olmasını yasaklayıp, sigortalının önceden başlayıp devam ede gelen sigortalılığına geçerlik tanıyarak çözüme ulaştırmaya çalışmışlardır. Yasa sistemimize göre bir kimsenin Sosyal Sigortalar Kurumu kapsamına girebilmesi için hizmet akdine tabi bir işte çalışması yanında başka bir sosyal güvenlik kurumu kapsamında bulunmaması gerekir. Nitekim, 506 sayılı Yasa’nın 3. maddesinin I.(F) bendinde “kanunla kurulu emekli sandıklarına aidat ödemekte olanların” (K) bendinde ise, “herhangi bir işverene hizmet akdiyle bağlı olmaksızın kendi
nam ve hesabına çalışanların” sigortalı sayılmayacağı belirtilmiştir. Aynı şekilde 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu’nun 24. maddesinin I. ve II. fıkralarında da bir kimsenin Bağ-Kur kapsamına girebilmesi için kendi adına bağımsız çalışıp kazanç sağlaması yanında, başkaca sosyal güvenlik kurumu kapsamında bulunmaması koşulu getirilmiştir.
Bütün bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, sosyal güvenlik sistemimizde çifte sigortalılık mümkün olmayıp, önceden başlayıp devam ede gelen sigortalılığa geçerlik tanınmaktadır (03.10.2001 gün ve E: 2001/21-627, K: 2001/659 sayılı ile 22.06.2005 gün ve E:2005/21-370, K:2005/402 sayılı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları da bu doğrultudadır.). Bu nedenlerden dolayı, davacının 01.09.1982 tarihinde başlayıp 18.08.2005 tarihine kadar kesintisiz devam eden Bağ-Kur zorunlu sigortalılığına geçerlilik tanınarak, Bağ-Kur sigortalılığı ile çakışan zorunlu Sosyal Sigortalar Kurumu’na tabi sigortalılığının iptaline karar verilmesi gerekirken, mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 06.03.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.