10. Hukuk Dairesi 2017/2090 E. , 2017/4760 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :İş Mahkemesi
Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, bozmaya uyarak ilamında belirtilen gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Davacı Kurum, 06.10.2007 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu vefat eden sigortalının hak sahiplerine bağlanan gelirlerden oluşan Kurum zararının rücuan tahsiline karar verilmesini istemiş, mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
5510 sayılı Yasanın 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 21. maddesindeki, “iş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirilir.” düzenlemesi getirilmiş ise de, söz konusu düzenlemenin anılan kanunda, yürürlüğü öncesinde gerçekleşen olaylardan kaynaklanan rücuan tazminat davalarında uygulanmasına olanak veren bir düzenleme bulunmadığı ve genel olarak Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralı gereğince, davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 26. maddesidir.
Somut olayda; davalı işverenin taş ocağı işyerinde elektrik yardımcısı olarak çalışan sigortalının olay günü olan 06.10.2007 tarihinde elektriklerin kesilmesi üzerine formen ile birlikte seksiyoner direğini kontrol etmek amacı ile direğe giderek, sigortalının direk üzerine çıkıp kontrol ettiği sırada oluşan patlama sonrası 12 metre yükseklikteki direkten düşerek vefat ettiği, sigortalının ölüm olayına ilişkin taksirle adam öldürme suçundan yürütülen ceza yargılamasında ise mahkemece, olgu ölenin kendi istek ve idaresi ile trafo direğine çıkıp arızayı giderebilirim düşüncesi ile hareket ettiği kanaatine istinaden, işyeri teknik nezaretçisi sanığın taksirle ölüme neden olmak suçundan taksiri bulunmadığından bahisle, işyerinde formen olan sanığın ise kusurlu olduğuna ilişkin her türlü şüpheden uzak mahkumiyetini gerektirir kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından bahisle beraatlerine dair hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği, Dairemizin 24.03.2016 tarihli ilamı ile mahkemece, ceza dosyası gözetilerek sigortalının seksiyoner direğine talimat ile ya da kendi iradesi ile çıkıp çıkmadığı ,sigortalının kusurunun olup olmadığı hususlarının irdelenmesi gerektiği yönlerinden bozulduğu, mahkemece ... ve ..."in ceza davasında beraat ettikleri belirtilerek,sigortalının kendi istek ve iradesi ile trafo direğine çıktığı,arızayı giderebilirim düşüncesiyle hareket ettiği, sigortalının kusurlu olduğu kanaatine varıldığından davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Borçlar Kanununun, Ceza Hukuku ile, Medeni Hukuk arasında münasebet başlıklı 53. maddesine göre, "Hakim, kusur olup olmadığına ... karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamıyla bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraat kararıyla da mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez." Bu hükümden çıkan genel sonuç, hukuk hakiminin genelde ceza mahkemesinden verilen "hükümlülük" kararı ile bağlı olmasıdır. Şüphe yoktur ki, bu kararın "kesin nitelikte" bir karar olması gerekir. Bu durumda, halledilmesi gereken sorun, bağlılığın kapsamının ne olması gerekeceğidir. Başka bir anlatımla, ceza mahkemesinin kesinleşen hükümlülük kararında, öncelikle maddi olguların saptanması, bu olgulara bağlı olarak suç teşkil eden bir fiilin, yada, kusurlu hareketin var olup olmadığı, varsa, kusurun derecesi ve bunun sonucunda doğan zarar miktarının ne olduğu söz konusudur. Saptanacak maddi olgulara göre, ceza mahkemesince kusurun varlığı kabul edildiğinde, "bu kusurun" suç teşkil edip etmeyeceğinin taktirinin, Ceza Hukukunun mesuliyete ilişkin esas ve ilkeleriyle yapılabileceği ortadadır.
Diğer taraftan, saptanacak her kusurlu hareketin hukuki yönden sorumluluk gerektirdiği de söylenemez. Giderek, Ceza Hukuku yönünden suç teşkil etmeyen "kusur" halinin, genel anlamda Medeni Hukuk yönünden sorumluluğu gerektirebileceği de açıktır. Bu nedenle; hukuk hakiminin "...kusur mevcut olup olmadığına ..." karar verebilmesi için ceza hükmü ile bağlı olmayacağı ilkesinin sebebi ortadadır. Bu ilkenin tabii sonucu olarak da, kusur derecesinin takdiri ve bundan doğacak "... zarar miktarının tayini..." hususlarında da hukuk hakiminin ceza mahkemesi kararı ile bağlı olmayacağı ilkesinin nedeni yasada kabul edildiği şekilde açıktır.
Ne var ki, ceza mahkemesi, kendine has usuli kurallar nedeniyle, hükme esas aldığı maddi olayların varlığını saptamada daha geniş yetkilere sahiptir. Bu nedenle, ceza mahkemesinde saptanacak maddi olayın yargısal bir kararla saptanmış olması gerçeğinin hukuk hakimini de bağlaması gerekir. Bu hal, Kamunun yargıya olan güveninin korunmasının bir gereği olduğu gibi, söz konusu Borçlar Kanununun 53. maddesinde öngörülen kuralında doğal bir sonucudur. Nitekim, bu husus Yargıtayın yerleşmiş ve kökleşmiş görüşleri ile de, kabul edilmiş bulunmaktadır. Şu halde, hukuk hakimi ceza mahkemesince saptanan maddi olaylarla bağlı olup, orada belirlenen kusur oranlarıyla bağlı değildir.
İnceleme konusu davada alınan 03.09.2013 tarihli bilirkişi raporunda işveren ... Granitleri San. Tic. A.Ş. %100 oranında kusurlu bulunduğu, ... Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma aşamasında alınan 26.02.2009 tarihli raporda taşocağı sorumlusu ..."in ve taşocağı teknik nezaretçisi ..."in asli, kazalı ..."in ise tali kusurlu olduğunun belirtildiği, ceza dosyasında alınan 12.04.2010 tarihli kusur raporunda ise ..."in asli, sigortalı ..."in tali kusurlu olduğu, ..."e ise olay ocak dışında meydana geldiğinden kusur izafe edilemeyeceği yönünde kanaat bildirildiği görülmektedir.
Ceza davasında sigortalının kendi istek ve iradesi ile trafo direğine çıktığı, arızayı giderebilirim düşüncesiyle hareket ettiği sonucuna varılarak ... ile ..."in mahkumiyetlerini gerektirecek kesin deliller bulunmadığından beraatlerine karar verilmiş, hüküm temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Mahkemece ceza mahkemesi kararı esas alınarak sigortalının kendi istek ve iradesi ile trafo direğine çıktığı dolayısıyla kusurlu olduğu kanaatine varıldığından davanın reddine karar verilmesi yerinde değildir.
Yukarıda belirtilen açıklamalar ve Dairemiz bozma ilamı doğrultusunda olayın oluş şekline uygun, ihlal edilen mevzuat hükümleri, zararlı sonuçların önlenmesi için koşulların taraflara yüklediği özen ve dikkat yükümüne aykırı davranışın doğurduğu sonuçları irdeleyen, kişilerin kusur oran ve aidiyetlerini gerekçeleriyle belirleyen, sigortalının olayın meydana gelmesinde müterafik kusurunun olup olmadığını tespit eden, raporlar arasındaki çelişkiyi gideren denetime elverişli, konusunda uzman bilirkişilerden kusur raporu alınmalı ve elde edilecek sonuç değerlendirilerek hüküm kurulmalıdır.
Mahkemece, yukarıda belirtilen maddi ve hukuki olgular göz önüne alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 05.06.2017 günü oybirliği ile karar verildi.