Davacı 17.1.2001 tarihinden itibaren Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tesbitine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kabulüne karar vermiştir.
Hükmün davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
Dava, davacının 17.01.2001 tarihinden itibaren SSK’na tabi zorunlu sigortalılığı ile çakışan Bağ-Kur sigortalılığının iptali ile bu tarihten itibaren SSK’na tabi sigortalılığının geçerli olduğunun tesbiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, İstemin kısmen kabulüne karar verilmiştir
Uyuşmazlık, her iki sigortalılığın çakışması halinde hangi sigortalılığa öncelik verileceği noktasında toplanmaktadır.
Gerek 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu gerekse 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu birbirine paralel düzenlemeler ile bir sigortalının aynı anda birden fazla sosyal güvenlik kurumuna tabi olmasını yasaklayıp, sigortalının önceden başlayıp devam edegelen sigortalılığına geçerlik tanıyarak çözüme ulaştırmaya çalışmışlardır. Yasa sistemimize göre bir kimsenin Sosyal Sigortalar Kurumu kapsamında sigortalı olabilmesi için hizmet aktine tabi bir işte çalışması yanında başka bir sosyal güvenlik kurumu kapsamında da bulunmaması gerekir. 506 sayılı Yasa’nın 3.maddesinin I/f bendinde “kanunla kurulu emekli sandıklarına aidat ödemekte olanların” K bendinde ise “ herhangi bir işverene hizmet akdiyle bağlı olmaksızın kendi nam ve hesabına çalışanların” sigortalı sayılmayacağı belirtilmiştir. Aynı şekilde 1479 sayılı Yasa’nın 24.maddesinin I ve II. Fıkralarında da bir kimsenin Bağ-Kur kapsamına girebilmesi için kendi adına bağımsız çalışıp kazanç sağlaması yanında, başka bir sosyal güvenlik kurumu kapsamında bulunmaması koşuluda getirilmiştir.
Bütün bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere sosyal güvenlik sistemimizde çifte sigortalılık mümkün bulunmayıp önceden başlayıp devam eden sigortalılığa geçerlik tanınmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2001/21-627 Esas, 2001/659 Karar ve 3.10.2001 günlü kararında önceden başlayan sigortalılığın asıl sigortalılık olduğu özellikle belirtilmiştir.
Bununla birlikte, 1479 sayılı Bağ-Kur Kanununun 22.2.2006 gün ve 5458 sayılı Kanununun 13. maddesi ile değişik Ek 19. maddesindeki Bağ-Kur "a kayıt ve tescili yapıldığı halde 5 yıl ve daha fazla süreye ilişkin hiç prim ödemesi bulunmayan sigortalıların, bildirime karşı prim borcu ödememeleri durumunda, tescil tarihi itibari ile sigortalılığının duracağına, prim borcuna ait sürelerin sigortalılık süresi olarak değerlendirilemeyeceği, bu sürelere ilişkin prim tutarlarına kurum alacakları arasında yer verilmeyeceği yönündeki düzenleme ile 5 yıl ve daha fazla pirim borunu ödemeyen Bağ-Kur sigortalıların sigortalılıklarının sona erdirilmesi kabul edilmiştir. Hukuk Genel Kurulunun 28.6.2006 gün ve 2006/21-485-483 E.K. 21.6.2006 gün ve 2006/21-363-466 E:K. sayılı kararları da aynı yöndedir.
Dosya içeriğinden davacının 27.11.1998-31.3.2003 tarihleri arasında 1479 sayılı Yasa"ya tabi sigortalı olduğu , Vergi kaydına göre 27.11.1998-31.3.2003 tarihleri arasında bakkal ve tekel bayi olarak çalıştırdığı işyeri nedeni ile vergi mükellefiyetinin bulunduğu, Esnaf ve Sanatkarlar Sicil Memurluğu kaydının 23.11.1993 tarihinde başladığı ve 17.4.2003 tarihinde kaydının silindiği, meslek odası kaydının 23.11.1999 da başlayıp 17.4.2003 tarihinde son bulduğu, SSK hizmet cetveline göre davacının Muğla Belediyesinde ki sigortalı çalışması 17.1.2001 tarihinden itibaren başladığı ve kesintili olarak devam ettiği dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.
Somut olayda davacının 23.11.1999 tarihinde Bağ-Kur sigortalısı olarak tescil edilmiş olması nedeni ile 17.01.2001 tarihinde başlayan SSK lı çalışmalarına göre önceden başlayan ve üstünlük tanınması gereken Bağ-Kur sigortalılığı olduğundan ve davacının 5 yıllık Bağ Kur sigortalılığı da bulunmadığından 1479 sayılı Bağ-Kur Yasa’nın 22.2.2006 gün ve 5458 sayılı Kanununun 13. maddesi ile değişik Ek 19. maddesi uygulanması mümkün olmayacağından davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi isabetsiz olmuştur
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın yazılı gerekçelerle istemin kısmen kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının davacıya iadesine, 18.4.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi.