11. Hukuk Dairesi 2015/1997 E. , 2016/484 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
(TİCARET MAHKEMESİ SIFATIYLA)
Taraflar arasında görülen davada Asliye Hukuk Mahkemesi’nce bozmaya uyularak verilen 30.01.2014 tarih ve 2013/396-2014/74 sayılı kararın duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş olup, duruşma için belirlenen 19.01.2016 günü tebligata rağmen gelen olmadığı yoklama ile anlaşıldı, duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, davalıların her istendiği an geri ödeneceği ve yatırılan paralar karşılığı yüksek faiz verileceği garantisiyle binlerce kişiden para topladıklarını, bu kapsamda müvekkilinden de hisse senedi devir ve kabul sözleşmesi başlıklı belge karşılığında para alındığını, ancak müvekkilince istenmesine rağmen alınan paranın geri ödenmediğini, davalıların eylemlerinin hukuki dayanağının bulunmadığını, TTK, Bankalar Kanunu ve SPK hükümlerinin ihlal edildiğini, anılan kanunlar uyarınca müvekkilinin şirket ortağı yapılmadığını, şirket yönetim kurulu üyelerinin yürütülen bu faaliyetler nedeniyle defalarca yargılandıklarını ve mahkum edildiklerini, yapılan bu yargılamalar neticesinde şirket defterlerinde bulunan kayıtların gerçeği yansıtmadığının tespit edildiğini, TTK"nın 336. maddesi uyarınca davalı ..."ın da ortaya çıkan zarardan sorumlu olduğunu ileri sürerek, geçerli bir ortaklık ilişkisinin bulunmadığının tespitine, kurulan yatırım ilişkisinin hükümsüzlüğüne 43.000 DM karşılığı 46.024,55 TL alacağın faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili, davacının müvekkili şirketlerin ortağı olduğunu, bu ortaklığın mevzuata uygun geçerli bir ortaklık niteliğinde bulunduğunu, müvekkili şirketlerin Sermaye Piyasası Kurulu kaydında olan, bu kurul ve diğer ilgili tüm resmi makamlar ile özel denetçiler tarafından faaliyetleri denetlenen çok ortaklı halka açık anonim şirketler olduklarını, TTK"nın 329. ve 405. maddeleri gereğince anonim şirket ortaklarının sermaye olarak şirkete verdiklerini geri istemeyeceklerini, müvekkili şirketlerin tasfiye halinde olmadıklarını, zamanaşımı süresinin dolduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, Dairemizin bozma ilamına uyularak, tüm dosya kapsamına göre, davacının davalı şirketlere ortak olduğunun bilirkişi kurulu raporu ile sübut bulduğu, davacının şirket ortaklığını, hisse devralmak yoluyla kazandığı, 6762 sayılı TTK"nın 405/2 maddesinin "pay sahipleri sermaye olarak şirkete verdiklerini geri isteyemezler; tasfiye payına mütaallik hakları mahfuzdur" şeklinde düzenlendiği, bu hüküm uyarınca sermaye şirketlerinde, sermaye olarak şirkete verilenin geri istenemeyeceği, ayrıca anonim şirket yönetim kurulu başkanı olan davalı ..."ın şahsi sorumluluğunu gerektirir bir durumun da ispat edilemediği, bir an için davacının davalı şirkete usulünce hissedar yapılmadığı ve ortaklığının geçerli olmadığı düşünülse bile bu kez eylemin haksız fiil niteliğinde olacağı ve davalılar vekilinin de cevap dilekçesinde süresinde zamanaşımı ilk itirazında bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, geçerli şekilde ortaklık ilişkisinin kurulmadığının tespiti, hukuka aykırı şekilde kurulan yatırım ilişkisinin hükümsüzlüğü ve davalılar tarafından tahsil edilen paranın istirdadına ilişkindir.
Dairemizden geçen emsal dosyalardan anlaşılacağı üzere, davalı şirketler hakkında düzenlenen SPK raporlarında, hisse senetlerinin izinsiz halka arz edildiği, sermaye artırım kararı verilmesine ilişkin genel kurul toplantısından önce halka arz işlemine başlandığı, ... Grubu Şirketleri tarafından yasal kayıtlara aktarılması zorunlu hususların yerine getirilmediği, muhasebe kayıtlarında gerçeğe aykırı kayıtlar bulunduğu, kar ve zarar kalemlerinin gerçeği yansıtmaktan uzak olduğu, hisse devir sözleşmelerinde bazı kişilerin ortaklık pay defterinde gözükmediği, kanun dışı yollardan para toplandığı belirtilmiş, bu kapsamda içinde davalı şirket yöneticisininde bulunduğu sanıklar hakkında Asliye Ceza Mahkemesi"nin 2006/253 Esas sayılı davasında ihraç edilecek hisse senetlerinin SPK"ya kaydettirilmesi aşaması tamamlanmadan halka arz işlemine başlandığı, pay bedellerinin usulsüz tahsil edildiği belirlenerek mahkumiyet kararı verilmiş, Yargıtay 7. Ceza Dairesi"nin 13.06.2007 tarihli ilamı ile onanmış, Asliye Ceza Mahkemesi"nin 2006/121 Esas sayılı dosyasında SPK"dan izin alınmadan hisse senetleriyle ilgili aracılık faaliyetinde bulunulduğu iddiasıyla dava açılmış, sanıklar hakkında verilen mahkumiyet kararları Yargıtay 7. Ceza Dairesi"nin ilamı ile zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmış, yine usulüne uygun olarak defterlerin tutulmaması nedeniyle davalı şirketlerin yöneticisi hakkında mahkumiyet kararı verilmiştir.
Taraflar arasında geçerli bir sözleşmenin kurulabilmesi için sözleşme ehliyeti, hukuka, ahlaka, adaba uygunluk, ifa imkansızlığının bulunmaması, irade ile beyan arasında uyum, geçerlilik şeklinin arandığı hallerde bu şekle uygunluk gerekmekte olup, bu unsurlardan birinin eksikliği halinde ortada irade açıklaması bulunmasına rağmen, bu irade bir borç doğurmayacaktır (Bkz. Prof Dr. Ahmet Kılıçoğlu Borçlar Genel Hukuku Genel Hükümler, 2. baskı, sayfa 50).
818 Sayılı BK"nın 28. maddesine göre hile, diğer tarafta sözleşme yapma düşüncesini uyandıran ya da bu düşünceyi güçlendiren gerçeğe aykırı eylem ve davranışları ifade eder. Hile nedeniyle sözleşmenin geçersiz sayılabilmesi için kişide aldatma kastının bulunması gerekir. Buna göre kişinin ileri sürdüğü ya da açıklanan zorunluluğu bulunmadığı halde susmuş olduğu nitelikler, karşı tarafı sözleşme yapmaya ikna etme veya sözleşme düşüncesini pekiştirme amacıyla ortaya konulmuş olmaktadır. Kişi bu eylem ve davranışlarda bulunmasaydı diğer tarafın bu sözleşmeyi yapmayacağı bilinç ve düşüncesinde olmalıdır. Aldatma kastında, kişiyi gerçek dışı eylem ve davranışlarda bulunmak suretiyle sözleşme yapmaya ikna etme düşüncesi vardır. Bir başka ifadeyle, sözleşmenin yapılması ile aldatma eylemi arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Hileye uğrayan kişinin iradesi sakatlanmıştır. Bu nedenle sözleşmeyi iptal etme hakkına sahiptir. Sözleşmenin iptali halinde tarafların aldıklarını iade yükümlülüğü doğacaktır.
Somut olayda, davalılar, davacının şirket ortağı olduğunu ve TTK"nın 329-405. maddeleri gereğince ödediği parayı geri isteyemeyeceğini savunmuşlar, mahkemece de bilirkişi raporu alındıktan sonra davacının şirket ortağı olduğu, şirket ortaklığını hisse devri almak yoluyla kazandığı, TTK"nın 405/2. maddesi uyarınca sermaye olarak şirkete verilenin geri istenemeyeceği gerekçesiyle davalı şirketler yönünden, davalı ... yönünden ise şahsi sorumluluğunu gerektiren bir durumun ispat edilemediği gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.
Ancak, öncelikle davacının sahih bir şekilde davalı şirkete ortak olup olmadığının belirlenmesi gerektiğinden, mahkemece bilirkişi kuruluna davalı şirketin tüm ticari defter ve kayıtları ve ayrıca hisse devir tarihinden dava tarihine kadar davalı şirketin yapmış olduğu genel kurullara ait tutanaklar ve hazirun cetvelleri incelettirilmek suretiyle davacıya verilen hisse senedinin bir değerinin bulunup bulunmadığı, bu hisselerin davalı şirketin sermayesinde temsil edilip edilmediği, davacının hisse devir aldığı kişinin devir tarihi itibariyle davalı şirkette ortak olup olmadığı, genel kurullarda sermayenin ne şekilde temsil edildiği hususlarının yeterince ve denetime elverişli bir şekilde açıklığa kavuşturulması gerektiği açıktır. Bu bağlamda mahkemece davacının hisse devraldığı şirketin paylarının davalı şirketin sermayesi içinde temsil edilip edilmediği, hisse devreden şirketin devir tarihi itibariyle hisselerini devrettiği şirketin ortağı olup olmadığı yeterince incelenmediği gibi, davalı şirketlerin sicil dosyaları tümü ile dosyaya ibraz edilmediğinden belirtilen hususun denetimi de yapılamamıştır.
Bu itibarla, mahkemece bilirkişi kuruluna, davalıların tüm ticari defter ve kayıtları üzerinde inceleme yapılarak, davalı şirketlerin devir tarihleri itibariyle sicil dosyaları ile davalı şirket yöneticileri hakkındaki ceza dosyalarının birer suretleri getirtilerek, davacıya devredilen hisselerin davalı şirketin sermayesinde temsil edilip edilmediği, davacının söz konusu hisseleri kimden devraldığı ve devraldığı şahsın devir tarihi itibariyle davalı şirketlere ortak olup olmadığı, genel kurullarda sermayenin ne şekilde temsil edildiği hususları açıklığa kavuşturularak, bu inceleme sonucunda davacının ortaklığının sahih olmadığı anlaşıldığı taktirde, davacının zararından davalıların haksız fiil hükümleri uyarınca sorumluluklarının bulunup bulunmadığı üzerinde durularak, haksız fiil, hile ve aldatma olgusunun tespiti yapılırken de yukarıda bahsi geçen SPK, TBMM ve MASAK raporları, davalı şirketin yöneticileri hakkındaki ceza dosyaları, bu dosyalardaki tanık beyanları da nazara alınarak, her bir davalının hukuki durumu buna göre tayin ve takdir edilerek, sonucuna göre bir karar verilmesi ve davalıların zamanaşımı def"inin de buna göre değerlendirilmesi suretiyle oluşacak sonuç çerçevesinde bir karar vermek gerekirken, belirtilen yönler yeterince tartışılmadan düzenlenen bilirkişi kurulu raporuna göre hüküm kurulması doğru görülmemiş, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
Öte yandan, olay tarihinde yürürlükte bulunan 6762 Sayılı TTK"nın 336. maddesi uyarınca davalı ... hakkındaki davanın yazılı gerekçeyle reddi de doğru değildir. Zira, 6762 Sayılı TTK"nın 336/5. maddesinde tarif edilen gerek kanunların gerekse sözleşmelerin kendisine yüklediği sair vazifelerin kasten ve ihmal neticesi yapılmaması, TTK"nın 321/son maddesinde de, temsile ve idareye salahiyetli olanların vazifelerini yaptıkları sırada işledikleri haksız fiillerden anonim şirketin sorumlu olacağı hükme bağlandığından davalı ..."ın da davalı şirketlerin yönetim kurulu başkanı olarak gerek MK"nın 50. maddesi gerekse de TTK"nın 321/son maddesi uyarınca zarardan sorumlu tutulabileceği gözetilmeksizin bu davalı yönünden dahi davanın reddine karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.
Diğer taraftan, mahkemece, davacının davalı şirkete usulünce hissedar yapılmadığı düşünülse bile, bunun haksız fiil olduğu ve davalılar vekilinin zamanaşımı ilk itirazında bulunduğu belirtilmiştir. Oysa mahkemece “zamanaşımı ilk itirazı” şeklinde belirtilen husus “zamanaşımı defi” olup, mahkemece davalılar vekilinin “zamanaşımı defi” yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde tartışılıp değerlendirilmek suretiyle bir sonuca bağlanmadan, sırf “davalılar vekilinin zamanaşımı ilk itirazı bulunmaktadır” şeklinde gerekçeye yer verilmesi de doğru bulunmamış, kararın bu nedenle de davacı yararına bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 19.01.2016 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Dava, geçerli şekilde ortaklık ilişkisinin kurulmadığının tespiti, hukuka aykırı şekilde kurulan yatırım ilişkisinin hükümsüzlüğü ve davalılar tarafından tahsil edilen paranın istirdadına ilişkindir.
Mahkemece, hükmüne uyulan Dairemizin bozma ilamı doğrultusunda inceleme yapılması için önceki raporu düzenleyen bilirkişi kurulundan ek rapor alınmış, üç kişilik bilirkişi kurulu ibraz ettiği ek raporunda, önceki raporlarında değiştirilmesi gereken bir durum olmadığı kanaatine varıldığını bildirmişlerdir.
Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya kapsamına, uyulan bozma kararı gereğince alınan bilirkişi kurulu ek raporuna göre hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin temyiz itirazının reddi ile usul ve yasaya uygun yerel mahkeme kararının onanması gerektiği görüşünde olduğumdan, Dairemizin çoğunluğunun aksi yöndeki bozma kararına katılmıyorum. 19.01.2016