3. Hukuk Dairesi 2014/3249 E. , 2014/10340 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : İZMİR 6. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 22/10/2013
NUMARASI : 2013/170-2013/554
Taraflar arasında görülen alacak davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Y A R G I T A Y K A R A R I
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Davacı vekili dava dilekçesi ile davacının bir araç satınalmak istediğini, aracın sahibi olduğunu söyleyen kişi ile noterde sözleşme yaptığını, aracın bedelini ödediğini, aracın çalıntı olduğunun ortaya çıktığını, noterin özensiz iş gördüğünü, görevini ihmal ettiğini, bu davanın ek dava olduğunu, fazlaya ilişkin haklarının saklı olduğunu belirterek 10.000.00.- TL"nın olay tarihinden yasal faizi ile tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde zamanaşımına uğradığını belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece davanın zamanaşımı nedeni ile reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki bilgilerden araç satış sözleşmesinin 04/01/2007 tarihinde noter başkatibi tarafından yapıldığı, davacının davalıya aynı araç satış sözleşmesi nedeni ile açtığı önceki davada fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğu, o davada verilen kabul kararının kesinleştiği, bu davanın ek dava olduğu anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık; davada, ceza (uzamış) zamanaşımı süresinin uygulanıp uygulanmayacağı; burada varılacak sonuca göre davanın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır.
Yasanın, zamanaşımı süresinin başlaması için alacaklının belli olguları öğrenmiş olması koşulunu aradığı hallerden biri, haksız fiilden kaynaklanan tazminat borcudur. Buna ilişkin bir ve on yıllık zamanaşımı sürelerini öngören B.K. nun 60. maddesinde, bir yıllık zamanaşımı süresinin, zarar görenin, zararın varlığını ve zarar vereni öğrendiği tarihten itibaren başlayacağı açıkça belirtilmiştir. Dolayısıyla, haksız fiilden kaynaklanan tazminat davalarında, alacaklı zararın varlığını ve zarar vereni bilmediği sürece, zamanaşımı süresi başlamayacaktır.
Zararın varlığını öğrenme koşulu, öncelikle zararın gerçekleşmiş olmasını gerektirir: Henüz gerçekleşmemiş bir zararın, herkes gibi, o zararın tazminini isteyebilecek olan alacaklı (zarar gören) tarafından da öğrenilmesi mümkün değildir. Başka bir ifadeyle, hukuka aykırı fiil işlenmesine rağmen, onun doğuracağı zarar henüz ortaya çıkmamış; zararın ortaya çıkması için, fiil tarihinden sonra birtakım etkenlerin gerçekleşmesi veya belli bir zamanın geçmesi gerekiyor ise, doğal olarak zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması da mümkün olmayacaktır.
Diğer taraftan, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60.maddesinin 1 ve 2.fıkralarında: “Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.
Şu kadar ki, zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik olunur.” hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere, 818 sayılı Borçlar Kanunu"nun 60.maddenin 2.fıkrası gereğince, eylemin aynı zamanda Ceza Kanunu’nda suç sayılması halinde, daha uzun olur ise olayda ceza zamanaşımı süresinin uygulanacağı, dolayısı ile bu durumda B.K.nun da ki kısa zamanaşımı sürelerinin uygulanamayacağı hususu açıkça anlaşılmaktadır.
Söz konusu hüküm, ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için, sadece eylemin aynı zamanda bir suç oluşturmasını yeterli görmekte; fail hakkında mahkumiyet kararıyla sonuçlanmış bir ceza davasının varlığı, hatta böyle bir ceza davasının açılması ya da zarar görenin o davada tazminat yönünden bir talepte bulunmuş olması koşulu aranmamaktadır.
Sonuçta; haksız eylemin suç oluşturması durumunda o suç için öngörülen ceza zamanaşımı süresi hukuk yargılamasında da uygulanacaktır.
Somut olay bu hukuksal çerçevede değerlendirildiğinde: davacı, davalı noterin, personeli olan noter katibi tarafından düzenlenen satış işlemini onaylarken denetim yükümlülüğünü yerine getirmediğini ileri sürmektedir.
1512 sayılı Noterlik Kanunu (NK)nun, 151.maddesinde, “Noterler, geçici yetkili noter yardımcıları, noter vekilleri ile noter kâtipleri ve kâtip adayları noterlikteki görevleri, Türkiye Noterler Birliği organlarında görev alan noterler ise ayrıca bu görevleri ile bağlantılı olarak işledikleri suçlardan dolayı Türk Ceza Kanununun uygulanması bakımından kamu görevlisi sayılırlar.” hükmüne yer verilmiştir.
Aynı Kanun’un 160.maddesinde, “Noterlik dairesinde çalışan katiplerin ve katip adaylarının görevlerinden dolayı işledikleri suçlara iştiraki bulunmayan hallerde noter, bu kimseler üzerindeki gözetim ve denetim görevini yerine getirmediği sabit olduğu takdirde, Türk Ceza Kanununun 257 nci maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre cezalandırılır.” düzenlemesi getirilmiştir.
Ayrıca anılan Kanun’un 162.maddesinde, “Stajiyer, katip ve katip adayları tarafından yapılmış olsa bile noterler, bir işin yapılmamasından veya hatalı yahut eksik yapılmasından dolayı zarar görmüş olanlara karşı sorumludurlar.
Noter, birinci fıkra gereğince ödediği miktar için, işin yapılmaması, hatalı yahut eksik yapılmasına sebep olan stajyer veya noterlik personeline rücu edebilir.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Anılan Kanun’un 160.maddesinde noterin, suça iştiraki bulunmaksızın çalışanları üzerinde gözetim ve denetim görevini gereği gibi yerine getirmemesi eylemi ayrıca suç olarak kabul edilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davalı noter hakkında da B.K.nun 60/2 madde ve fıkrasındaki ceza zamanaşımı süresinin uygulanması gerekeceği açıkça anlaşılmaktadır.
Eldeki davanın ceza zamanaşımı süresi dolmadan açıldığı hususu da tartışmasızdır.
Mahkemece yapılacak iş, davanın zamanaşımı süresi içerisinde açılmış olduğu benimsenmek suretiyle işin esasına girişilerek, tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde hukuken geçerli tüm delilleri sorulup toplanarak, ortaya çıkacak uygun hukuksal sonuç çerçevesinde bir karar verilmesinden ibarettir.
HGK 2012/4-1161 E – 2013/498 K sayılı ve 10/04/2013 tarihli kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 25.06.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.