1. Hukuk Dairesi 2015/3550 E. , 2017/2383 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen tapu iptal tescil davası sonunda yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hâkimi ...’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Davacı; maliki olduğu 84 parsel sayılı taşınmazını hata ve hileye düşürülmesi suretiyle davalıya bağışladığını 06/03/2009 tarihinde öğrendiğini, amacının bu taşınmazı davalıya bağışlamak olmadığı gibi 74 parsel sayılı taşınmazını davalıya kiralamak üzere tapuya gittiğini belirterek davalı adına olan tapu kaydının iptali ile adına tescile karar verilmesini istemiştir.
Davalı; davanın hak düşürücü süre içinde açılmadığını, davacı iddialarının doğru olmadığını, dava konusu taşınmazın resmi senedinin davacı tarafından okunup imzalanarak bağış işleminin gerçekleştiğini,kira işlemi için tapuya gitmek gerekmediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Akdin yapıldığı tarihten itibaren 1 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra davanın açıldığı gerekçesiyle davanın reddine ilişkin olarak verilen karar, Dairece; “hata ve hile hukuksal nedenine dayalı iddialar bakımından, Borçlar Kanununun 31. maddesinde öngörülen hak düşürücü sürenin başlangıç tarihinin akdin yapıldığı tarih olmayıp, hata ve hileye düşürülmeye ıttıla kesbedildiği tarih olduğu , ayrıca, hata ve hile olgusunun Türk Medeni Kanununun 7. maddesi gereğince her türlü delille ispatlanabileceği, buna göre, mahkeme hükmüne esas alınan gerekçenin yasal ve doğru olduğunun söylenemeyeceği, hal böyle olunca; toplanan ve toplanacak delillerin değinilen ilkeler de gözetilmek suretiyle değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir” gerekçesiyle bozulmuştur.
Mahkemece, önceki kararda direnilmesine dair verilen karar Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 22.02.2012 tarihli ve 2011/1-828 esas, 2012/98 karar sayılı kararı ile “… aslolan kısa ve buna uygun yazılması gereken gerekçeli kararda, usul hükümlerine uygun bir hüküm fıkrası oluşturulmadığı, sadece, davanın reddine denilmekle yetinildiği, harç, vekalet ücreti ve yargılama giderleri konusunda olumlu veya olumsuz her hangi bir hüküm kurulmadığı,oysa, açıklandığı üzere hüküm fıkrasında hüküm sonucu bölümünde davanın kabul ya da reddi yanında harç, vekalet ücreti ve yargılama giderlerinin de hükme bağlanıp gösterilmesi gerektiği, nitekim, kararı davacı tarafın tüm yönleriyle, davalı tarafın da vekalet ücreti ve yargılama giderleri yönünden temyiz ettiği, o itibarla mahkemece, 6100 sayılı HMK (mülga 1086 sayılı HUMK)’nun açıklanan amir hükümleri gözetilmeksizin yazılı biçimde usule aykırı şekilde karar verilmesi doğru olmadığı, temyiz itirazlarının bu yönleriyle yerinde ve direnme kararının bu nedenle bozulması gerektiği, diğer temyiz itirazlarının ise, bozma nedenine göre incelenmemiş olduğu” gerekçesiyle bozulmuştur.
Mahkemece bu kez Hukuk Genel Kurulu’nun bozma ilamına uyularak yapılan inceleme sonucunda davanın kabulüne karar verilmiş, sözkonusu kararın davalı mirasçıları tarafından temyizi üzerine Dairenin 13/02/2014 tarih 2013/4744 esas 2014/2314 karar sayılı bozma ilamı ile “yerel mahkemelerin direnme kararlarının, bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan nihai kararlardan olup, mahkemenin direnme kararı ile davadan elini çektiği, direnmeye ilişkin olarak verilen karardan dönülerek uyma kararı verilmesi mümkün olmadığı gibi, Hukuk Genel Kurulu kararına karşı mahkeme kararında direnemeyeceğine göre, mahkemece yapılacak işin, Hukuk Genel Kurulu bozma kararı doğrultusunda gerekçeli karar yazmaktan ibaret olduğu , mahkemece, Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına uyulmakla birlikte, bu kez Dairenin bozma kararı çerçevesinde araştırma yapılarak davanın kabulüne karar verilmiş olup bu kararın usul ve yasaya uygun olduğunu söyleyebilme olanağı bulunmadığı,bu durumda, HUMK’nun 381. (HMK. 294.), 388. ve 389. (HMK. 297.) maddeleri hükmü gereğince, mahkemece yapılması gereken işin, Hukuk Genel Kurulu kararında açıklandığı şekilde usulüne uygun bir direnme kararı yazmaktan ibaret olduğu gerekçesiyle HUMK’nun 429. (HMK. 363.) maddesi uyarınca yöntemine uygun ve Yüksek Hukuk Genel Kurulu bozma ilamında işaret edilen biçimde karar oluşturulmak üzere yerel mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan inceleme sonucunda davanın reddine karar verilmiştir.
Bilindiği üzere 6100 sayılı HMK 297. maddesine göre kararın gerekçesi ile hüküm fıkrası birbirini doğrular şekilde yazılması ve gerekçe ile hüküm arasında çelişki bulunmaması gerekir.
Tarafların tüm delilleri toplanıp, tetkik edildikten, son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hakimin, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun (HUMK) 388, 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 298. maddesi uyarınca kararı gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu HUMK"un 389., yine HMK"nin 297/2. maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır.
Ne var ki, uygulamada HUMK"un 381.maddesinin son fıkrasının HMK"nin 294.maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağı geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.
İşte bu gibi hallerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hakimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak yoktur.
Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın 141. maddesi ile HMK"nin yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum oluşturur. Ayrıca anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hakime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama yargı, yargıç ve kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
Somut olayda mahkemece, 27/11/2014 tarihli karar duruşmasında bozma ilamına uyularak davanın reddine ve yargılama giderlerine ilişkin kısa karar tefhim edilmiş olup önceki kararda direnilip direnilmediği hususu açıkça tefhim edilen hükümde belirtilmemiştir.Daha sonra yazılan gerekçeli kararın gerekçe kısmında ise önceki direnme kararındaki gibi davanın reddine karar verildiği ibaresi kullanılmış olup tefhim edilen kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki ve uyumsuzluk oluştuğu gibi usulüne uygun bir direnme kararı da verilmemiştir.Bu kararın HMK. 297. maddesinde belirtilen özellikleri içeren bir karar olduğu söylenemez.
Hâl böyle olunca; yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda kısa karar ve gerekçeli kararın birbiriyle uyumlu olduğu bir direnme kararı verilmesi gerekirken, yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Davacı vekilinin temyiz itirazı üzerine yapılan inceleme sonucu hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer hususların incelenmesine şimdilik yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 08.05.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.