
Esas No: 2015/3378
Karar No: 2015/8196
Karar Tarihi: 16.12.2015
Yargıtay 23. Hukuk Dairesi 2015/3378 Esas 2015/8196 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
- K A R A R -
Davacı, eşi ...."nun 13.09.2009 tarihinde dava dışı ....Yapı Kooperatifi"ne üye olarak kaydolduğunu, 17.03.2012 tarihinde kooperatifin tasfiyeye girme kararı aldığını, kooperatifi 2006-2012 yıllarında davalıların yönettiğini, kişi başına 56.000,00-57.000,00 TL civarında inşaat maliyeti olacağının belirtildiğini, aidat ve ara ödeme taleplerini zamanında ödediklerini, davalılar tarafından üye aidatı olarak 82.000,00 TL talep edildiğini, ancak inşaatta hiçbir ilerleme olmadığını, kooperatifin yüklü miktarda piyasaya borçlandırıldığını öğrendiklerini, eşi üzerine olan hisseyi gelişmeleri yakından takip etmek için 20.07.2012 tarihinde devraldığını, 24.08.2012 tarihinde kooperatife üye olduğunu, halen yönetim kurulu başkanı olarak görev yaptığını, yatırdıkları aidatların amacına uygun kullanılmadığını, önceki dönem yönetim kurulu hakkında suç duyurusunda bulunduklarını,... Sulh Ceza Mahkemesi"nin 2014/206 E. sayılı dosyası içerisinde bulunan bilirkişi raporu ile davalıların kooperatifi kötü yönettiklerinin sabit olduğunu ileri sürerek, 2006-2012 yılları arasında kooperatif üyeliğinden dolayı uğramış olduğu, davalıların fiil ve hareketlerinden kaynaklanan fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 40.000,00 TL zararının davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalılar, davanın zamanaşımına uğradığını, davacının 2006-2012 tarihleri arasında kooperatif üyesi olmadığını, üyelerin edimlerini yerine getirmediklerini, hiçbir zaman aidatlarını düzenli ödemediklerini, üyelere verilecek dairelerin arsa payı katılımı da göz önüne alındığında maliyetlerinin davacının gösterdiği rakamlara mal olmasının mümkün olmadığını, tasfiye memuru ...l tarafından hazırlanan raporun uydurma olduğunu, Ceza Mahkemesi dosyasında inşaat mühendisi bilirkişi tarafından hazırlanan rapor ile inşaatın % 81"inin tamamlandığının belirtildiğini, davacının zararının 2012 yılındaki tasfiye kararından sonraki yönetim ve tasfiye memurunun yanlış ve hukuksuz tutumlarından kaynaklandığını savunarak, davanın reddini istemişlerdir.
Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre; davacının, davalıların yönetimde oldukları 2006-2012 yıllarında kooperatifi zarara uğrattıkları ve bu dönemde meydana gelen zararın tahsilini talep etmesi karşısında, davalıların bizzat davacıyı zarara uğratma gibi bir eyleminin olmadığı, bu durumda davalıların ancak kooperatife karşı sorumlu olabileceği, kooperatif adına açılmış bir davanın bulunmadığı, davacının 2006-2012 yılları arasında kooperatif üyesi de olmadığı, davada aktif dava ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle, davanın davacının taraf sıfatının bulunmaması nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı temyiz etmiştir.
1-Dava, kooperatif yöneticilerinin sorumluluğuna dayalı doğrudan zararın tazmini istemine ilişkindir.
6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5. maddesinin yürürlükte bulunduğu dönemde Asliye Hukuk Mahkemeleri ile Ticaret Mahkemeleri arasındaki ilişki iş bölümü ilişkisi iken, 6335 sayılı Kanun"un 2. maddesi ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanun’un 5. maddesinde yapılan değişiklikle Asliye Ticaret Mahkemesi ile Asliye Hukuk Mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasında ilişki görev ilişkisi olarak değiştirilmiş ve bu durumda göreve ilişkin usul hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Ancak, 6335 sayılı Yasa’nın 38. maddesi uyarınca 6102 sayılı TTK’na eklenen geçici 9. madde ile bu kanunun göreve ilişkin hükümlerinin, bu kanunun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden önce açılan davalarda uygulanmayacağı, bu davaların açıldıkları tarihte yürürlükte bulunan kanun hükümlerine tabi olduğu belirtilmiştir. Dava, 01.07.2012 tarihinden sonra 13.08.2014 tarihinde açılmış olup, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu"nun 99. maddesi uyarınca ticari dava niteliğini haiz ise de, yargı çevresinde Asliye Ticaret Mahkemesi bulunmamakta ise, 6102 sayılı TTK"nın 5/4. maddesinde Asliye Hukuk Mahkemesi"nce davaya devam edilmesi ve görevsizlik kararı verilmemesi gerektiği açıkça öngörüldüğünden, dava ve karar tarihi itibariyle bu davaya Asliye Hukuk Mahkemesi olarak bakılmasında bir usulsüzlük bulunmamaktadır.
Öte yandan, davalı kooperatif anasözleşmesinin 17/3. maddesi, “devir halinde eski ortağın kooperatife karşı tüm hak ve yükümlülükleri yeni ortağa geçer” hükmünü içermektedir. Ortaklığın devir biçimi yasada gösterilmemiştir. Ancak pay devrinin alacağın temliki yolu ile yapılması, temlikin de BK"nın 163. maddesi maddesi uyarınca yazılı olması gerekmektedir. Üyeliğe bağlı hak ve alacakların borçlusu kooperatif, alacaklısı ise üyeliği devir alan yeni ortaktır. Eğer devir eden ortak pay yönünden borçlu ise, borcun nakli hükümleri uygulanır (BK 173 vd), borç devir alana geçer. Ancak, pay devri için resmi şekle bile gerek bulunmamaktadır. Her ne kadar yapı kooperatifinde, ortakları mal sahibi yapmak amacı olsa bile, pay devri, bir satış vaadi de değildir. Bu nedenle, adi yazılı devir dahi geçerlidir. Devredenin borçları, devre ve devrin kabulüne engel değildir, devredenin borçları devir alana geçer ve ödemediği takdirde devralanın ihraç edilme olanağı da her zaman vardır. Daire satımında üyelik kendiliğinden alıcıya satım ile birlikte geçmez. Satıcının üye olması ve üyeliğinin alıcı tarafından ayrıca devir alınması gerekmektedir. Üyelik ayrıca devredilmedikçe satıcının üyeliği kooperatif nezdinde devam eder. Satıcının üye olması, alıcının bu üyeliği ayrıca devir alması, devir alanın kooperatif üyelik koşullarını taşıması halinde kooperatifin bu kişiyi 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu"nun 14/3. ve anasözleşmenin 17/2. maddesi uyarınca ortaklığa kabul etmesi zorunludur. Üyelik devir sözleşmesi yapıldığı tarih itibariyle sözleşmenin yanları arasında geçerli sonuç doğurmasına karşın, kooperatif bakımından ise 1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu"nun 14/3. ve anasözleşmenin 17/1. ve 2. maddeleri hükümleri gereği, devrin kooperatife bildirilmesi ve yönetimin makul sürede yapacağı inceleme sonunda devir alanın ortaklık şartlarını taşıması durumunda devir alanı makul süre içerisinde üyeliğe kabulü kararı verdiği tarihte hüküm ifade eder. 17/1. madde hükmünde yer alan yazılı başvuru koşulu, devrin geçerliliğine ilişkin olarak değil, devrin kooperatife iletilmesi ve kabulü için ispat bakımından sevk edilmiştir. Üyeliği devreden üyelik hisse devir sözleşmesinden dönmemiş veya sözleşmenin herhangi bir nedenle devrin tarafları arasında bağlayıcı olmadığı savunularak sözleşmenin iptali de sağlanmamış ise, devredenin artık dava konusu hisse üzerinde herhangi bir hakkı kalmamıştır.
Diğer yandan, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 59/3. maddesinde; "Yönetime veya temsile yetkili şahısların kooperatife ait görevlerini yürütmeleri esnasında meydana getirdikleri haksız fiillerden doğan zararlardan kooperatif sorumludur" hükmüne yer verilmiş, 62/1. maddesinde ise yönetim kurulu üyelerinin görevleri belirtilmiş, yönetim kurulunun, kooperatif amaçlarının gerçekleşmesi ve ortakların çıkarlarının korunması ile ilgili olarak yasalara, anasözleşme hükümlerine ve genel kurul kararlarına göre işleri titizlikle yürütecekleri ve kooperatifin başarısı ve gelişmesi yolunda gereken çabayı göstermekle görevli oldukları açıklanmıştır. 62/3. maddesinde ise; "Yönetim Kurulu üyeleri ve kooperatif memurları, kendi kusurlarından ileri gelen zararlardan sorumludurlar" hükmüne yer verilmiştir.
Aynı Kanun"un 98. maddesi yollaması ile zararın doğduğu tarih itibariyle yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK"nın 336. maddesi uyarınca, genel olarak yönetim kurulu üyeleri kooperatif adına yapmış oldukları sözleşme ve işlerden dolayı şahsen sorumlu değildir. Aynı maddede beş bent halinde sayılan durumlar, bu genel ilkenin istisnaları olarak gösterilmiştir. Anılan istisnalardan olan 5. bent ""İdare meclisi azaları şirket namına gerek kanunun gerek esas mukavelelerinin kendilerine yüklediği sair vazifelerin kasden ve ihmal neticesi olarak yapılmamasından gerek şirkete, gerek münferit pay sahiplerine ve şirket alacaklılarına karşı müteselsilen mesuldürler"" hükmünü içermektedir. Zararın doğduğu tarih itibariyle yürürlükte bulunan, 818 sayılı BK’nın 41, 50 ve 51. madde hükümleri ile yukarıda anılan maddeler birlikte değerlendirildiğinde, yöneticilerin ve temsile yetkili şahısların zarar doğuran eyleminden dolayı, yöneticiler ve kooperatif müteselsilen sorumludurlar. Bu nedenle, ortaklığın, yöneticilere karşı sorumluluk davası açmasının yanı sıra ortakların, kooperatife ve/veya yöneticilere karşı maddi ve manevi tazminat davası açma hakları bulunmaktadır. TTK’nın 340. maddesinde, 309. maddeye yapılan göndermenin sadece sorumluluk halleri ile sınırlı olduğunun ve 309. maddedeki “Hükmolunacak tazminat şirkete verilir” hükmünün 336.maddedeki doğrudan doğruya zarar hallerine uygulanmayacağının kabulü gerekmektedir. Sorumluluğun söz konusu olabilmesi için de öncelikle bir zararın doğması şarttır. Zarar meydana gelmiş ise, yöneticilerin kusursuzluğunu ispat etmesi gerekir. Kusursuzluğun ispatı da genel hükümlere tabidir. Kural olarak yönetim kurulu üyeleri kooperatif adına yaptıkları işlemlerden dolayı kişisel olarak sorumlu tutulamazlar ise de, anılan 336. maddedeki hallerde kooperatife, kooperatif ortaklarına ve kooperatif alacaklılarına karşı kusursuz olduklarını ispat etmedikçe müteselsilen sorumlu olurlar. Yöneticilerin görevlerini ifa sırasındaki zararın kusur ile işlendiği karinesinin aksini ispat etmedikçe 338. maddesi gereğince sorumluluktan kurtulamazlar. Diğer yandan, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi"nin 14.05.1970 tarih ve 2722 Esas, 2030 Karar; 27.02.1990 tarih ve 9543 Esas, 1576 Karar; 14.02.2005 tarih ve 2004/4501 Esas, 2005/1130 Karar; 19.02.2007 tarih ve 2005/14680 Esas, 2007/3131 karar sayılı ilamlarında da açıklandığı üzere, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 59/3.maddesinde yöneticilerin kooperatife ait görevlerini yürütmeleri esnasında meydana getirdikleri haksız fiillerden doğan zararlardan kooperatifin sorumlu olacağı düzenlenmiş ise de, bu hükmün yöneticiler ile birlikte kooperatifin dahi sorumlu olacağı şeklinde yorumlanması gerekir.
1982 Anayasası"nın 36. maddesinde yer verilen "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir" ibaresi, ortakların dava açma hakkının temel dayanağıdır. Kooperatif ortağı olma, kooperatife karşı dava açma hakkından vazgeçme olarak yorumlanamayacaktır. Ortak tarafından dava hakkının kullanılması, ortaklığın TTK"nın 341. maddesine dayalı dava açma hakkında olduğu gibi, genel kurul kararına ve davanın denetçilerin asıl ya da vekil aracılığı ile dava açmasına bağlı değildir.
Ortakların dava açma hakları da doğrudan doğruya zarar ve dolaylı zarar durumuna göre değişiklik içerir. Yönetim kurulu üyelerinin yasa ve anasözleşme hükümlerine aykırı davranışları ile ortaklığın malvarlığını azaltan veya kötüleştiren davranışları, ortaklar ve alacaklıların dolaylı zarar görmesine yol açar. Zira, bu tür tasarruflar payları oranında ortakları etkiler. Başka bir anlatımla, ortaklığın doğrudan doğruya zarar görmesi, ortakların dolaylı zararıdır. Ancak, ortak TTK’nın 340. madde yollaması ile 309/1. maddesi uyarınca dolaylı zarar dolayısıyla açtığı davada hükmedilecek tazminatı kendisi adına değil, ortaklığa verilmesi yönünde talepte bulunabilir. İkinci durum ise doğrudan zarar halidir. Bu halde yöneticilerin eylemleri sonucunda ortakların ortaklığın zararından müstakil olarak gördükleri zararlar söz konusudur. Anılan zarar türünde ortaklığın zarar görüp görmemesinin bir önemi bulunmamaktadır. Esasen, bu zararın üçüncü kişinin gördüğü zarardan tek farkı, ortak olmanın sonucu olmasıdır. TTK"nın 336/5. maddesinde anlamını bulan bu dava türünde ise ortaklar talep ettiği tazminatın kendisi adına hükmedilmesini isteyebilirler.
Aynı ilkeler Dairemizin 14.02.2012 tarih ve 2011/4551 E., 2012/989 K. 06.12.2013 tarih 2013/6671 E, 7768 K; 26.05.2015 tarih ve 2102 E., 3938 K; 13.10.2015 tarih ve 2014/9886 E., 2015/6504 K. sayılı ilamlarında da tekrarlanmış ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"nun 25.12.2013 tarih ve 2013/23-427 E, ve 1700 K sayılı ilamıyla da istikrar kazanmıştır.
Somut olayda, davacı tarafça, dava dışı eşi ...."ya ait ortaklığın 20.07.2012 tarihinde kendisine devredildiği ileri sürülerek, 2006-2012 yılları arasında görev yapan davalı yöneticilerin sorumluluğundan dolayı tazminat istenmiştir.
Mahkemece, davacının dava dışı ...."nun, yine dava dışı kooperatifteki üyeliğini devralıp devralmadığı hususunda herhangi bir inceleme ve araştırma yapılmaksızın, davacının beyanı doğrultusunda üyeliği devraldığı kabul edilmiştir. Bu durumda mahkemece, davacıdan üyeliğin devri ile ilgili delilleri istenip, ibraz ettirilmesi, ibraz edememesi halinde dava dışı kooperatiften dava dışı ...."nun üyeliğini davacıya devredip devretmediği, devretmiş ise devir ve devrin kabul edildiği tarih sorulduktan sonra, dava tarihinden önce devir gerçekleşmiş ise anasözleşmenin yukarıda açıklanan hükmü uyarınca devreden ortağın dava açma hakkının da yeni ortağa geçtiği, ortaklığı devreden kişinin, devirden önceki ortaklık haklarına dayanarak, dava açamayacağı, davacının aktif husumet (davacı) sıfatının bulunduğu, zararın doğduğu tarihte yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK"nın 336. maddesinin 5. bendi uyarınca davacının doğrudan zararını, davalı yönetim kurulu üyelerinden isteyebileceği gözetilerek, taraf delillerinin toplanması, iddia ve savunma çerçevesinde değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye ve yanılgılı gerekçeye dayalı olarak karar verilmesi doğru olmamıştır.
2-Bozma nedenine göre, davacının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.
3-Kabule göre, 6100 sayılı HMK"nın dava şartlarını düzenleyen 114/1-d maddesindeki dava ehliyeti, fiil ehliyetinin medeni usûl hukukunda büründüğü şeklidir. Fiil ehliyetine sahip olan bütün gerçek ve tüzel kişiler dava ehliyetine de sahiptir.
Aynı Kanun"un 114/1-e maddesindeki dava takip yetkisi, davada taraf olan kişinin o davayı kendi adına yürütebilme ve talep sonucu hakkında kendi adına hüküm alabilme yetkisidir (HMK md. 53). Sözü edilen kurum, şeklî taraf kuramının kabulünün sonucu olarak ortaya çıkmış ve sözü edilen kuramı tamamlamak amacıyla geliştirilmiştir. Davayı takip yetkisi, maddi hukuktaki tasarruf yetkisinin usul hukundaki karşılığını oluşturur. Ayrıca, bu kavram, davada taraf olmadığı hâlde kanun gereği taraf gibi davranmakla görevli kılınmış olanların hukukî konumlarının açıklanmasında başvurulan bir kavram konumundadır. Kural olarak taraf ehliyeti ve dava ehliyeti bulunan kişinin dava takip yetkisi vardır. Ancak bazı istisnai durumlarda davada taraf olarak gösterilen kişinin taraf ve dava ehliyeti olmasına rağmen dava takip yetkisi olmayabilir. Örn: Hakkında iflas kararı verilen kişinin taraf olduğu hukuki davalarda da istisnai durumlar dışında davayı takip yetkisi iflas idaresine aittir.
Taraf sıfatı (husumet) ise, maddi hukuka göre belirlenen, bir subjektif hakkı dava etme yetkisini ya da bir subjektif hakkın davalı olarak talep edilebilme yetkisini gösteren bir kavramdır. Taraf ehliyeti; davada taraf olabilme, usulî hukuki ilişkinin süjesi olabilme ehliyetidir. Taraf ehliyetine sahip olan kişi, davada davacı veya davalı olabilecektir. Bu nedenle, taraf ehliyeti usûli bir kavramdır. Taraf ehliyetine sahip olabilmek için medeni hukuktaki hak ehliyetine sahip olmak gerekir. HMK"nın 50. maddesine göre, medeni haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, taraf ehliyetine de sahiptir. Buna göre tüm insanlar, hak ehliyetine ve dolayısıyla taraf ehliyetine sahiptir. Dava ehliyeti ise, medeni hakları kullanma ehliyetine göre belirlenir. (HMK md. 51) Fiil ehliyetine sahip olan kişi, dava ehliyetine de sahiptir ve davayı yürütebilir, usûl işlemlerini yapabilir. Reşit olan ve temyiz kudretine sahip olan kişiler fiil ehliyetine sahiptir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve dava takip yetkisi davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı dava konusu subjektif hakka ilişkindir. Davacı tarafta yer alan taraf için aktif taraf sıfatı, davalı tarafta yer alan taraf için pasif taraf sıfatından söz edilebilir. Uygulamada, "sıfat" yerine "husumet" terimi de kullanılmaktadır. Sıfat dava şartı olmayıp, itirazdır. Çünkü bir kimsenin hak sahibi veya borçlu olup olmadığı davanın esasına girildikten sonra tespit edilebilir. Bu durumda ise dava esastan ret veya kabul edilir. Oysa, dava şartları davanın esasına girilmesini engelleyen niteliktedir. Ancak sıfat bir itiraz olduğundan, hâkim diğer itirazlar gibi taraf sıfatını da dava dosyasından anlayabildiği sürece kendiliğinden nazara alır. Sıfat, davada taraflardan birinin davaya konu subjektif dava hakkının bulunup bulunmadığı ile ilgili bir husustur. Tarafların sıfatının yargılama sonuna kadar devam etmesi zorunludur. Bu husus mahkemece re"sen gözönünde bulundurulmalıdır. Bir davada, taraflardan birinin, davacı ya da davalı sıfatının (aktif ya da pasif husumet sıfatının) olmadığı belirlenirse, artık bu davanın esasının çözümüne girilmeden, davanın husumet sıfatı yokluğundan reddi gerekir. Bir kişinin belli bir davada davalı veya davacı sıfatını haiz olup olmadığı şeklinde nitelendirilen husumetin ileri sürülme zamanı yasa ile kabul edilen bir ilk itiraz olmadığı gibi davalı veya davacı tarafından ileri sürülmesi gerekli bir def"i de değildir. Davanın her aşamasında ileri sürülmesi mümkün veya mahkemece vakıf olunduğu takdirde re"sen nazara alınması gerekli hukuki bir durumdur.
Bu durumda mahkemece, davacının aktif husumet (davacı) sıfatı bulunmadığı hüküm fıkrasında belirtilmesine rağmen, davacının dava ehliyeti bulunduğu halde, hüküm fıkrasıyla
çelişecek şekilde gerekçede dava ehliyetinin bulunmadığının kabulü doğru olmamıştır.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, davacı yararına BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16.12.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.