3. Hukuk Dairesi 2016/19373 E. , 2018/7265 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı; davalıya ait ... Oteli için 20.11.1998 tarihinde abonelik tesis edildiğini, abonelikte elektronik kartlı sayaç kullanılmakta iken 08.09.2002, 24.12.2002 ve 05.12.2003 tarihlerinde sayaçların elektronik okumasının hatalı olması nedeniyle sayaç değişimlerinin yapıldığını, elektronik sayaçta tüketim göstergesi çalışmamasına rağmen su kesilmeyerek hizmet verilmeye devam olunduğunu, tüketim yapılan ve bedeli ödenmeyen dönemler için kullanılan su bedeli 30.840,42 TL’nin 26.12.2013 tarihinden itibaren işleyecek gecikme cezası ve gecikme cezası KDV"si ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı; dava konusu sayaçların don olayı nedeni ile arızalandığını, kendilerinin bir müdahalesinin olmadığını, tüketim göstergesi çalışmadan gerçekleşen kullanımı fark etmediklerini, kullanımın hangi dönemleri kapsadığının belirtmediğini, yeni sayaç takıldıktan sonra eski dönemlere nazaran tüketim miktarında bir fark bulunmadığını savunarak, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece; davalının ıslah dilekçesi ile ileri sürdüğü zamanaşımı def’inin usule uygun olduğu kabul edilerek, 6183 sayılı yasanın 102.maddesindeki amme alacağının vadesinin rastladığı, takvim yılı başından itibaren 5 yıllık sürenin ve BK hükümleri uyarınca da , doğacak alacak için, zararın veya sebepsiz zenginleşmenin öğrenildiği tarihten itibaren, 1 ve 10 yıllık zaman aşımı sürelerinin dolduğu gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiş, hüküm süresi içerisinde davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava; su tüketim borcu nedeniyle, aboneye karşı açılan alacak davasıdır.
Somut uyuşmazlıkta; davalı, yasal süresinden sonra sunduğu cevap dilekçesinden sonra ön inceleme aşamasında zamanaşımı def’inde bulunmuş, davacı zamanaşımı def’ini
kabul etmediklerini beyan ederek savunmanın genişletilmesine açıkça muvafakat etmediğini bildirmiştir. davalı bu defa ıslah yoluna başvurmuş, davacı ise, savunmanın genişletilmesine muvafakatinin olmadığı beyanını yinelemiştir. Mahkemece, ıslah yoluyla ileri sürülen zamanaşımı def’i usule uygun kabul edilmiş, alacağın amme alacağı kabul edilmesi durumunda zamanaşımına uğradığı gibi, sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre de zamanaşımına uğradığı düşüncesiyle yazılı şekilde hüküm tesis edilmiştir.
Uyuşmazlık; süresinde cevap dilekçesi vermeyen davalının, ıslah yolu ile zamanaşımı def"ini ileri sürüp süremeyeceği ve zamanaşımı süresinin ve başlangıcının belirlenmesi bakımından, davanın hukuki mahiyetinin tespiti noktalarında toplanmaktadır.
Öncelikle zamanaşımı def’inin yargılamanın hangi aşamasında ileri sürülmesi gerektiği üzerinde durmak gerekmiştir.
Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK’da zamanaşımının yargılamanın hangi aşamasında ileri sürülmesi gerektiği konusunda açık bir düzenleme yapılmamıştır. Ancak, usul hukuk bakımından savunma aracı olan zamanaşımı def’inin savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağının başladığı ana kadar ileri sürülmesi gerektiği açıktır. Bu konuya ilişkin aynı yasanın “İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi” başlıklı 141. maddesi uyarınca; “Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe, ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” hükmü düzenlenmiştir. Buna göre iddia ve savunmanın genişletilmesi yahut değiştirilmesi yasağı eski usul yasasında olduğu gibi dava ve cevap dilekçesinin verilmesiyle başlatılmamış; bu yasağı, dilekçelerin karşılıklı verilmesinin tamamlanmasına, ve belli koşula bağlı olarak ön inceleme duruşmasına kadar ileriye götürülmüştür. ( H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 12. Bası, ... 2011, s.369-372).
Bu aşamada temyiz incelemesine konu davada; süresinden sonra ileri sürüldüğü anlaşılan zaman aşımı def’ine, davacı muvafakat göstermediğinden savunmanın genişletilmesi yasağının istisnası olarak öngörülen ıslah kurumu yönünden olayın değerlendirilmesi gerekmektedir.
Islah kurumu, dava değiştirme, başka deyişle iddia ve savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağını bertaraf eden bir imkan olup, ıslah yolu ile aslında yasal itiraz ile karşılaşılabilecek olan herhangi bir taraf işlemin, bu itirazı bertaraf etmesi mümkün hale gelebilmektedir. (Üstündağ S: Medeni Yargılama Hukuku, C.I.II.B.5, ... 1992, s.534).
Islahın konusu tarafların usul işlemleridir. Yasal şartları taşıdığı hallerde taraflar mahkemenin ya da karşı tarafın kabulüne bağlı olmaksızın ıslahla, dilekçelerinde belirttikleri vakıaları, dava konusunu, talep sonucunu değiştirebilirler."
Islahın amacı yargılama sürecinde şekil ve süreye aykırılık sebebiyle ortaya çıkabilecek maddi hak kayıplarını ortadan kaldırmak olduğundan, hak ve alacağı bu sürecin dışında ortadan kaldırmış olan işlemlerin, yani maddi hukuk işlemlerinin (feragat sulh gibi.) ıslah yoluyla düzeltilebilmesi mümkün değildir.
HMK"nın "ıslahın zamanı ve şekli" HMK’nun 177. maddesinin 1. fıkrasında düzenlemiş olup, yasa hükmünde “tahkikatın sona ermesine kadar ıslahın yapılabileceği” yine aynı yasanın 176. maddesinin 2. fıkrasında aynı davada, tarafların ancak bir kez ıslah yoluna başvurabilecekleri” belirtilmiştir.
Somut uyuşmazlıkta ; savunmanın genişletilmesi niteliğindeki zamanaşımı itirazına muvafakat edilmediği bildirildiğinden davalı ıslah suretiyle de zamanaşımı def"inde bulunmuştur. Ancak, burada yasal süresinden sonra cevap dilekçesinin ibrazı ile hiç cevap dilekçesi verilmemiş olması hallerinde, ıslah yoluyla sonradan zamanaşımı def"inin ileri sürülüp sürülemeyeceği hususunun tartışılması gerekmektedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 07.06.2017 gün, 2017/17-1093E.,2017/1090 K sayılı ilamında da belirtildiği gibi “...6100 sayılı HMK"nın 176. maddesinde taraflardan her birinin yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu nedenle olay bakımından cevap dilekçesinin ıslahı için öncelikle yapılması gereken usul işlemi davaya cevap vermekten ibarettir. Cevap dilekçesinin hiç verilmemiş olması halinde ortada ıslah edilmesi mümkün bir usul işleminin varlığından söz edilemez. Aksi halde, suskun kalınarak hiç cevap verilmemiş olması halinin bir usul işlemi olarak kabulü gerekir. Bu çerçevede süresi geçtikten sonra yapılan ve karşı çıkılan savunmanın da hiç yapılmamış gibi olduğunu ve aynı hukuki sonucu doğuracağını belirtmek gerekir. Usul işleminin ıslahla düzeltilmesi öncelikle geçerli bir hukuki işlemin varlığını gerektirdiğinden, yapılmamış hükmünde sayılan bir usul işleminin ıslahla düzeltilmesi de düşünülemez.
Bu aşamada süresinde cevap dilekçesi verilmemesinin doğuracağı sonuca da değinmek gerekmektedir.
Bilindiği üzere davalı, davaya cevap vermek zorunda değildir. Davanın cevapsız bırakılması ya da süresi içinde cevap dilekçesi verilmemesi halinde davalının, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkar etmiş sayılacağı 6100 sayılı HMK"nın 128. maddesinde düzenleme altına alınmıştır. Bu kural, HUMK"nın yürürlükte olduğu dönemde de öğreti ve yargı kararlar ile kabul edilmiştir. Ancak, süresinde cevap dilekçesi vermemek suretiyle davanın inkarı ileri sürülen vakıaların inkarı niteliğinde olup, bu inkarın zamanaşımı def"ini de kapsadığı söylenemez.
Ayrıca, davalının süresinden sonra yaptığı usuli işlemi ıslah ederek zamanaşımı def"inde bulunabileceğini kabul etmek ıslah ile kaçırılmış olan sürenin geri getirilmesi, daha doğrusu ıslah ile davaya cevap verilmesi sonucunu doğuracaktır. Oysa ki kanun ile belirlenen süreler kesin olup, ıslah kaçırılmış olan süreleri geri getiren bir yol değildir.
Hal böyle olunca, yasal süresi geçtikten sonra verilen ve davacı tarafın itirazı ile karşılaştığı için hiç verilmemiş sayılan cevap dilekçesinin ıslahı suretiyle zamanaşımı def"inin ileri sürülemeyeceğinin ...” kabulü gerekir.
Bu itibarla; mahkemece zamanaşımı def’inin süresinde ileri sürülmediği ve yasal süresinden sonra verilen ve davacı tarafça kabul edilmeyen cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla zamanaşımı def’inin ileri sürülemeyeceği düşünülerek, davalının zamanaşımı def’inin reddi gerekirken, davanın zamanaşımı yönünden yapılan değerlendirme neticesinde reddi hatalı olmuştur.
Kaldı ki zamanaşımı def’inin usule uygun olduğunun kabulü halinde dahi mahkeme zamanaşımı süresi ve başlangıcı konusunda hataya düşmüştür.
Somut olayda, taraflar arasındaki uyuşmazlığın abonelik sözleşmesinden doğduğu konusunda bir ihtilaf bulunmamaktadır.
Taraflar arasındaki ödemenin hukuksal dayanağı, kamu gücüne değil, tarifeye ve iki taraf arasında yapılan abonman sözleşmesine dayanmaktadır. Nitekim, ödemelerin yapılmaması durumunda alacak 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun hükümlerine göre değil, sözleşme ilişkisine dayalı olarak özel hukuk hükümlerine göre tahsil etmektedir. Davalı Abone ile davacı kurum arasında yapılan abonman sözleşmesi, daha çok “tip” sözleşme görünümünde olup, hizmetten yararlanan kişinin, sözleşmeyi idare ile birlikte düzenlemesi yerine katılımı söz konusudur. Ancak, bu durum, idare ile kişi arasında kurulan özel hukuk ilişkisini, idare hukuku ilişkisine dönüştürmez. Çünkü birçok durumda hizmetin tekel niteliği ve çok kişiye götürülme zorunluluğu, işin çoğunlukla tip sözleşmelerle ve hizmetten yararlanacakların katılımı yoluyla gerçekleşebilmesini olanaklı kılmaktadır.
Belirtilen durum karşısında, Müessesenin abonesi adına tahakkuk ettirdiği bedelin ödenmesine ilişkin davanın, taraflar arasındaki abonman sözleşmesine dayanan özel hukuk hükümlerine tabi bir alacak- borç ilişkisinden doğduğunun kabulü gerekir.
Ayrıca taraflar arasında geçerli bir sözleşme ilişkisi ( aboelik ) olduğu bu haliyle somut olayda sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanma olamayacaktır.
Buna göre; dava konusu uyuşmazlıkta uygulanacak zamanaşımı süresi, taraflar arasında sözleşme ilişkisi bulunması nedeniyle B.K."nun 125. (yeni TBK."nun 146.) maddesi gereğince 10 yıl olup, aynı alacağın tahsili için 13.05.2005 tarihinde davalı aleyhine takip başlatıldığı anlaşılmıştır. Bu haliyle dava tarihine kadar geçen sürede, zamanaşımı süresi dolmamıştır.
Bu nedenle davanın esasına girilip, taraf delilleri toplanarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, mahkemece yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün HUMK"nun 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 6100 sayılı HMK"nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 27.06.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.