11. Hukuk Dairesi 2019/2096 E. , 2020/320 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen davada ...1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince bozmaya uyularak verilen 13/11/2018 tarih ve 2018/353-2018/335 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesinin taraf vekillerinin tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin "... Sigorta" ibareli marka tescil başvurusunda bulunduğunu, ancak davalı adına tescilli 2003/1678 no"lu ""..."" markası nedeniyle TPMK tarafından 556 sayılı KHK"nın 7/1-b maddesi gereğince başvurunun reddedildiğini, oysa davalı tarafından anılan markanın tescilli olduğu 36. sınıftaki hizmetler yönünden kullanılmadığını, davalının iştigal alanının sigortacılık olmadığını, müvekkilinin kurulduğu 1989 yılından bu yana 36. sınıf hizmetlerinde faaliyette bulunduğunu, davalının kötüniyetli olduğunu ve müvekkili aleyhine haksız rekabette bulunduğunu ileri sürerek, davalı adına 2003/11678 no ile tescilli markanın 36. sınıftaki hizmetler yönünden 556 sayılı KHK"nın 42. maddesi uyarınca iptalini ve hükmün ilanını talep etmiştir.
Davalı vekili, müvekkilinin markalarının tanınmış marka olduğunu, davacının hukuki yararının bulunmadığını, haklı sebebin varlığı durumunda markanın hükümsüzlüğünün talep edilemeyeceğini, müvekkilinin kötüniyetli olmadığını, davanın süresinde açılmadığını savunarak, reddini istemiştir.
Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılamaya göre, davaya dayanak 556 sayılı KHK"nın 14. maddesinin, Anayasa Mahkemesi"nin14.12.2016 tarih 2016/148-189 E-K. sayılı 06.03.2017 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan hükmü ile iptal edildiği 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu 10.01.2017 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, dava tarihi itibariyle dava konusu uyuşmazlığa uygulanmasının mümkün olmadığı, gerekçesiyle dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddi ile davanın açılış anındaki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderlerinin davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, taraf vekillerinin aşağıdaki bentler dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Mahkemece 06.01.2017 tarihli Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 14.12.2016 gün ve 2016/148 Esas ve 2016/189 Karar sayılı kararı ile 556 sayılı
KHK’nın 14. maddesinin iptaline karar verildiği gerekçesiyle davanın reddine ve yargılama giderlerinin dava açılışındaki haklılık durumu nazara alınarak davalıya yükletilmesine karar verilmiştir.
Dava tarihi itibariyle yürürlükteki yasal düzenlemelere güvenerek açılan ve kısmen haklı bulunan davada, dayanak yasal düzenlemenin yargılama sırasında Anayasa mahkemesince iptali nedeniyle hukuki dayanak kalmadığından davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekirken, davanın reddi doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle davacı taraf yararına bozulması gerekmiştir.
3-Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 326. maddesi gereğince yargılama harçları ve giderleri kural olarak davada haksız çıkan tarafa yükletilmesine rağmen, karar ve ilam harcının hüküm altına alınan kabul miktarı üzerinden belirlenecek olması dikkate alındığında, iki tarafın da kısmen haklı çıkması halinde yargılama giderlerinin taraflar arasında paylaştırılacağına ilişkin HMK"nın 326/2. maddesinin yargılama harçları için de geçerli olduğu kabul edilemez. Anılan hüküm HMK"nın 331. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde, davanın açılışında kısmen dahi olsa haklı olduğu anlaşılan davacı taraf aleyhine bakiye karar harcına hükmedilmesi de doğru olmamış, kararın bu nedenle de davacı taraf yararına bozulması gerekmiştir.
4-6100 sayılı HMK"nın 331/1 maddesinde "davanın esası hakkında bir karar verilmesine gerek bulunmayan hâllerde, hâkimin davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderlerini takdir ve hükmedeceği" düzenlenmiş olup, somut uyuşmazlıkta mahkemece yapılan incelemeye göre, davanın açılışında kısmen haklı olduğu anlaşılan davacı lehine vekalet ücreti takdir edilmesine rağmen, kısmen haklı bulunmayan kısım yönünden davalı lehine de vekalet ücreti takdir edilmemesi doğru olmamış hükmün bu sebeple davalı taraf yararına bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) no"lu bentte açıklanan nedenlerle taraf vekillerinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (2) ve (3) no"lu bentlerde açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile kararın anılan taraf yararına BOZULMASINA, (4) no"lu bentte açıklanan nedenle, davalı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile kararın anılan taraf yararına BOZULMASINA, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 13/01/2020 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Dava, davalı adına tescilli markanın kullanmama nedenine dayalı iptali istemine ilişkin olup davanın hukuki nedeni, bir başka söyleyişle, yasal dayanağı mülga 566 sayılı KHK’nın 14. maddesidir.
Söz konusu KHK hükmü, Anayasa Mahkemesinin 14.12.2016 tarih ve 148-189 sayılı kararı ile iptal edilmiş ve kararın RG’de yayımlanması üzerine Anayasamızın 153. maddesi çerçevesinde davanın hukuki nedeni ortadan kalkmıştır. Bu durumda, yasal dayanağı bulunmayan davanın esastan reddine hükmedilmesi gerekir. Nitekim, mahkemece de durum bu biçimde kabul edilmiş ve fakat davanın usulden (dava şartı yokluğu nedeniyle) reddine hükmedilmiştir.
Davanın açıldığı tarihte söz konusu KHK hükmünün mevcut olması bu sonucu değiştirmeye elverişli değildir. Çünkü, Anayasa Mahkemesi kararının, dava nedeni ile dava konusu
üzerinde bir etkisi yok ise de, söz konusu karar, davanın dayandığı hukuki sebebi ortadan kaldırmıştır. Nitekim, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları, bu nedenle, iptal edilen kanun yahut KHK hükmüne dayalı olarak açılan derdest (devam eden) davalara da kesin olarak etkilidir. Aksinin kabulü halinde, hukuka ve anayasaya aykırı bulunarak iptal edilen bir kanun veya kanun hükmündeki kararname hükmüne dayalı olarak hüküm kurulması gibi hukuk devleti ilkesine açıkça aykırı bir duruma yol açılması kaçınılmazdır.
Yukarda da belirtildiği üzere, yasal dayanağı bulunmayan yahut açıklandığı biçimiyle hukuki nedeni bulunmayan bir davanın konusuz kaldığından, hatta ve hatta davanın esastan sonuçlanmadığından söz edilemez. Dava esastan görülmüş ve mahkemece hatalı da olsa usulden reddedilmiştir. Bu durumda, yargılama giderleri bakımından HMK’nın 331/1. maddesinin uygulanması olanağı bulunmamaktadır. Aksinin düşünülmesi ve Anayasa Mahkemesinin iptal kararı nedeniyle davanın konusunun kalmadığının kabulüyle buna dayalı olarak davanın açıldığı tarihte haklı nedenlere dayalı olup olmadığının değerlendirilmesi, haklılığın iptal edilen KHK hükmüne dayalı olarak değerlendirilmesi zorunluluğu nedeniyle çelişkili bir yaklaşımı beraberinde getiriyor olmakla benimsenemez.
Şu halde, aksine bir kanun hükmü bulunmadığı gözetildiğinde, HMK’nın 326/1. maddesi hükmü uyarınca, asıl davada yargılama giderlerinin aleyhine hüküm verilen davacıya yükletilmesi gerekir.
Açıklanan nedenlerle, yerel mahkemece verilen kararın yargılama giderleri yönünden tümüyle davalı yan lehine bozulması görüşünde bulunduğumdan, Daire çoğunluğunun aksi yöndeki gerekçeye dayalı kararına katılamıyorum.