4. Hukuk Dairesi 2014/10113 E. , 2015/7744 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı ... tarafından, davalı ... aleyhine 04/11/2013 gününde verilen dilekçe ile itirazın iptali istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 26/03/2014 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Davacı, davalı tarafından inşaat demirlerinin çalınması nedeniyle oluşan zararın tahsili için ilamsız icra takibi başlattığını, davalının itirazı üzerine takibin durduğunu belirterek itirazın iptali ile ile % 40"dan aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatı istemiştir.
Davalı, dava konusu inşaat demirlerini bizzat davacıdan parasını ödeyerek satın aldığını, parasını elden nakit olarak verdiğini, habersiz olarak almadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacının inşaat demirlerini davalıya sattığına dair herhangi bir yazılı sözleşme sunamadığı gibi başka bir hukuki delil ile de iddiasını ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
YHGK"nın 09.06.2004 tarih ve 4-362 E, 347 K; 12.10.2011 tarih ve 19-473 E, 607 K. sayılı ilamlarında da açıklandığı üzere;
İkrarın yapıldığı ve tamamlanmış işlemin gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan 6100 sayılı HMK"nın 188. (1086 sayılı HUMK"nın 236.) maddesinde, taraflardan birinin ikrarının geçerli olduğu ve o taraf aleyhine delil teşkil edeceği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır.
Öğretideki tanımlamalara göre, ikrar (dar anlamda ikrar), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir.
Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir. İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi, karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar.
Öğretide ve uygulamada ikrar, yapıldığı yere, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır.
Yapıldığı yere göre mahkeme dışı veya mahkeme içi ikrardan söz edilir. Mahkeme dışı ikrar takdiri, mahkeme içi ikrar ise kesin delil niteliğindedir.
Kapsam yönünden, ikrar, çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsayabilir. İlkinde tam, ikincisinde ise kısmi ikrar söz konusudur.
İçeriği itibariyle ikrar ya basit (adi), ya vasıflı (mevsuf) ya da bileşik (mürekkep) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkar da denilmektedir.
Basit (adi) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.
Vasıflı ikrarda, (ki buna gerekçeli inkar da denilmektedir) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin (vasfının) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir.
Bileşik (mürekkep) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle ikrar edilmekle birlikte, ikrara bu vakıadan çıkan hukuki sonucu hükümden düşüren ve ikrar edilen vakıanın doğumu ile ilgili bulunmayan başka bir vakıa ekleyerek, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır.
Bağlantılı bileşik ikrarda, ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa arasında doğal bir bağlantı vardır. İkrara eklenen vakıa, ikrar olunan vakıanın doğal bir sonucudur.
Öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte; iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.
Bağlantısız bileşik ikrarda ise, ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa arasında hiçbir bağlantı yoktur. Yani, ikrara eklenen ikinci vakıa, ikrar edilen vakıa olmadan da mevcuttur.(Baki Kuru, 5.Baskı, 1990, 2.cilt syf 1401 vd.)
Öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte, iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.
Somut olay bu ilke ve kavramlar ışığında değerlendirildiğinde: davalı, davacıya ait inşaat demirlerini alıp götürdüğünü (maddi vakıayı) ikrar etmiş; ancak, demirlerin parasını ödeyerek satın aldığını, parasını elden nakit olarak verdiğini savunmuş olup, davalının bu ikrarı, içeriği itibariyle ise bağlantılı birleşik ikrar niteliğindedir. Bu tip ikrarlar bölünebilir ikrar olduğundan, davacının demirlerini aldığını kabul eden davalının, bedelini ödediğini de yasal delillerle ispatlaması gerekmektedir.
Mahkemece bu yönler gözetilmeksizin ispat külfetinin tayininde yanılgıya düşülerek eksik inceleme sonucu davacının davasını ispat edemediğinden bahisle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir. Bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen kararın, yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 11/06/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.