10. Hukuk Dairesi 2018/7001 E. , 2019/2878 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :İş Mahkemesi
Dava, rücûan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama neticesinde ilamında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davacı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1-Davacı Kurum, 25.09.2014 tarihli iş kazası sonucu vefat eden sigortalının hak sahiplerine yapılan sosyal sigorta yardımları nedeniyle oluşan Kurum zararının rücuan tahsili istemine ilişkin olup, davanın yasal dayanağı 5510 sayılı Kanunun 21. maddesidir. Anılan madde kusur sorumluluğuna dayanmakta olup, işveren rücu alacağından kusurunun varlığı halinde sorumludur.
Dosya kapsamına göre,mahkemece alınan iki bilirkişi raporunda da sigortalının %20, ... İnş. San. ve Tic. A.Ş."nin %40, ... İnş. ve Tic. Ltd. Şti."nin %40 oranında kusurlu olduğu kanaatinin bildirildiği anlaşılmıştır. Ceza davasında ise mahkum olan ..., ... yönünden ise herhangi bir kusur irdelemesi yapılmamış olup; öte yandan ceza davasında hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen ... açısından da kusurun irdelenmediği anlaşılmıştır.
Dava dışı ..., ... , ... sanık olarak yargılandıkları dava sonucu verilen karar her ne kadar bağlayıcı değilse de, ceza davasında alınan kusur raporunda İbrahim Durmuş"un tali kusurlu, ...et ve ... ..."ın ise asli kusurlu bulunduklarının anlaşılması karşısında ceza dosyasında alınan kusur raporu ile eldeki davada hükme esas alınan kusur raporu arasında çelişki ortaya çıktığı anlaşılmakla; işçi sağlığı ve iş güvenliği ile iş kazasının vuku bulduğu iş kolunda uzman bilirkişi heyetinden ceza dosyasında alınan kusur raporu çerçevesinde mahkum olan ..., ... yönünden bir miktar kusur verilmesi, ... yönünden de mevcut raporla çelişki gözetilmek suretiyle kusur oran ve aidiyeti konusunda yeniden rapor alınarak, ortaya çıkan çelişki giderilecek şekilde hasıl olacak sonuca göre hüküm kurulması gerekirken, eksik araştırma ve yanılgılı değerlendirme sonucu, yazılı şekilde hüküm tesisi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
2-Öte yandan, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 04.02.1948 gün ve 1944/10 E. - 1948/3 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına baktığımızda; ıslahın, iyiniyetli tarafın, davayı açtıktan veya kendisine karşı bir dava açıldıktan sonra öğrendiği olgularla ilgili yanlışlıklarını düzeltmesine, eksiklikleri tamamlamasına, bu çerçevede yeni deliller sunabilmesine olanak sağlayan bir kurum olduğu anlaşılmaktadır. Ne var ki; taraflardan birine davanın herhangi bir aşamasında ıslah olanağı tanınması, davaların sonu alınamayacak şekilde uzamasına neden olmak gibi bir sakıncayı da içermektedir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 177’nci maddesinde ıslahın yalnızca tahkikat bitinceye kadar yapılabileceği öngörüldüğüne ve temyiz faslında da, bozmadan sonra dahi ıslahın olanaklı bulunduğuna dair açık veya örtülü bir hüküm yer almadığına göre, Kanunun bu olanağı bir devre ve zaman ile sınırlandırdığı kabul edilmelidir. Dolayısıyla, 177’nci maddenin soyut iznine bakılarak, bu istisnai yolun bozmadan sonraki aşamalara da yaygınlaştırılması, bozmaya uyulmasıyla kazanılan hakları ihlal edebileceği gibi, davanın tamamen ıslah edildiği hallerde, işin sonuçlandırılmasını da güçleştirir. O halde, ıslahla ilgili kuralların, yargılamanın sadeliği, basitliği ve çabukluğunu amaçlayan diğer usul hukuku ilkeleriyle bağdaşacak şekilde yorumlanması; bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılması zorunludur.
Hükmüne uyulan bozma ilamı sonrasında davacı vekilinin 16.07.2018 tarihli ıslah dilekçesi ile istemlerini ıslah suretiyle artırdığı ve Mahkemece ıslah dilekçesindeki talep artırımı dikkate alınmak suretiyle hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 04.02.1948 gün 1944/10 E. - 1948/3 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere bozmadan sonra ıslah yapılması mümkün değildir. Hal böyle olunca da bozmadan sonraki yargılama aşamasında davacı tarafça yapılan ıslah işlemi dikkate alınarak karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Ne var ki varılan bu sonuç hatalı olmakla birlikte, temyiz edenlerin sıfatına göre bozma nedeni sayılmamıştır.
3- Eldeki davada, gerçek maddi zarar hesabı yapılırken ölen işçinin kızının 22 yaşına kadar destekten yararlanacağı kabul görmüş ise de kız çocukları için TÜİK" in esas alınması gerektiği gözardı edilmiştir. Önceki hesap yöntemlerinde, kız çocuklarının bakım ihtiyaçları, evlenme çağlarının kural olarak kentlerde geldiği kabul olunan 22 yaşla, köylerde ise 18 yaşla sınırlı tutulması gereği varsayımsal olarak kabul olunmakta idi. Kız çocuklarının evlenme yaşlarının, aile bağlarına, sosyal ve ekonomik durumuna, ülke şartlarına ve yörenin töresel koşullarına göre değişiklik arzettiği gözetildiğinde, Türkiye İstatistik Kurumunca bölgelere göre düzenlenen evlenme yaşı istatistiklerinden yararlanılarak belirlenmesi, tazminat hesap ilkelerine daha uygun olacaktır. Bu kapsamda gerçek zarar hesabı yeniden yapılmalıdır. Ayrıca; sigortalıya bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değeri, sigortalının yaşı, gelirin kesilme olasılığı ve iskonto oranı gözetilerek belirlenen tutarı ifade etmektedir. 5510 sayılı Yasa"nın 54. maddesi ise, “(Değişik bend: 17/04/2008-5754 S.K./34.mad) Malûllük, yaşlılık, ölüm sigortaları ve vazife malûllüğü ile iş kazası ve meslek hastalığı sigortasından hak kazanılan aylık ve gelirler birleşirse, sigortalıya veya hak sahibine bu aylık veya gelirlerden yüksek olanın tamamı, az olanın yarısı, eşitliği halinde ise iş kazası ve meslek hastalığından bağlanan gelirin tümü, malûllük, vazife malûllüğü veya yaşlılık aylığının yarısı bağlanır.” düzenlemesini içermektedir.
Dava konusu edilen gelirlerin, aylık bağlanması karşısında davalının tazminle sorumlu olduğu ilk peşin sermaye değerli gelir miktarı; gelirin başladığı tarih itibariyle 5510 sayılı Yasa’nın 54. maddesi uyarınca indirilmiş hali üzerinden hesaplanan ilk peşin sermaye değerli gelir miktarına, indirme tarihine kadar yapılan fark fiili ödeme miktarının da eklenmesi suretiyle bulunan tutar ile yarıya indirilmemiş tam gelir üzerinden hesaplanan ilk peşin sermaye değerinin karşılaştırılması sonucu düşük olan esas alınarak belirlenmelidir.
Bu açıklamalar ışığında; karara esas alınan hesap bilirkişisi raporunda 5510 sayılı Yasanın 54. madde uygulaması irdelenmelidir.
Kabule göre de; davalılar adi ortaklık olup, somut olayda her iki davalı yönünden ayrı ayrı kusur oranı takdir edilmiş olması; kusur oranlarının tek alınmaması da isabetsizdir.
Mahkemenin, bu maddi ve hukuki olguları gözetmeksizin eksik araştırma ve inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davacı Kurum vekilinin temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 27/03/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.