1. Hukuk Dairesi 2015/10020 E. , 2018/9401 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : ELATMANIN ÖNLENMESİ-TAPU İPTALİ-TESCİL
Taraflar arasında birleştirilerek görülen elatmanın önlenmesi ve tapu iptal tescil davası sonunda, yerel mahkemece asıl davada kabul ve redde, birleştirilen davada kısmen kabule ilişkin olarak verilen karar asıl davada davacı-birleştirilen davada davalı ... ve asıl davada davalı-birleştirilen davada davacı ... tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi,Tetkik Hâkimi ...’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Asıl dava, mülkiyet hakkına dayalı el atmanın önlenmesi, birleştirilen dava, tapu iptali ve tescil isteklerine ilişkindir.
Asıl davada davacılar ... ve ... 47 parsel sayılı taşınmazın davacılardan ...’ye, 295 parsel sayılı taşınmazın ...’e ait olup, davalı amcaları ... ve onun oğlu davalı ... tarafından işgal edildiğini ileri sürerek 47 ve 295 parsel sayılı taşınmazlara davalıların el atmasının önlenmesini istemişler, mahkemece 47 parsel sayılı taşınmaza yönelik el atmanın önlenmesi isteği tefrik edilerek ayrı bir esasa kaydedilmiştir.
Asıl davada davalılar ... ve ... dava konusu taşınmazların muris ... tarafından oğulları ... ve dava dışı ...’e ölünceye kadar bakma koşulu ile bırakılıp bu hususta vasiyetname düzenlendiğini, taşınmazın ifrazı mümkün olmadığından tapu kaydının dava dışı ... adına tescil edildiğini, iki kardeşin bu yeri taksim ederek kullanmaya devam ettiklerini, her iki taşınmazın da dava dışı Hasan Saim’in borçları nedeniyle aynı köyden dava dışı İsmail Alay isimli kişiye devredilip bu kişiden de tekrar Hasan Saim’in oğulları olan davacılar ... ve ...’ye devredildiğini belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Asıl davada davalı ... birleştirilen davasında; muris ...’in eldeki davada çekişme konusu 295 parsel sayılı taşınmazı her ne kadar 02/10/1998 tarihli ölünceye kadar bakma akti ile dava dışı ...’e bırakmış ise de murisin asıl amacının burayı her ikisine bağışlamak olduğunu, ...’in hiçbir şekilde bakım borcunu da yerine getirmediğini, temlikin bedelsiz olup 1983 yılından beri bu taşınmazı iki kardeş olarak kullanageldiklerini, tapuda ölünceye kadar bakma akti ile ... adına yapılan tescilin muvazaalı olduğunu, taşınmazın ifraz edilememesi nedeniyle tamamının ... adına tescil edildiğini, 1999 yılında araları bozulunca kardeşi ...’in bu yeri dava dışı ... isimli kişiye muvazaalı olarak temlik ettiğini, onun da taşınmazı ...’in oğlu olan davalı ...’e 22.10.2003 tarihinde temlik ettiğini, muris ...’in asıl amaç ve iradesinin dava konusu 295 parsel sayılı taşınmazı ve diğer taşınmazlarını iki oğluna bağışlamak olduğunu, fiilen de bu taşınmazları ½’ şer oranda kullandıklarını, muvazaalı olan ölünceye kadar bakma sözleşmesinin geçersiz olup kayıt maliki davalı ...’in de durumu bildiğinden iyiniyetli olmadığını ileri sürerek çekişme konusu 295 parsel sayılı taşınmazın davalı adına olan tapu kaydının iptali ile ½ payının adına tescilini, olmadığı taktirde taşınmazın mirasçılar adına tescilini istemiştir.
Birleştirilen davada davalı ..., zamanaşımı definde bulunmuş, çekişme konusu 295 parsel sayılı taşınmazın kayıt maliki olup davacının taşınmazda herhangi bir hakkının bulunmadığını belirterek birleştirilen davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; birleştirilerek görülen el atmanın önlenmesi ve tapu iptal tescil davası sonunda, çekişme konusu 295 parsel sayılı taşınmazın, kök muris ... tarafından dava dışı oğlu ...’e ölünceye kadar bakma koşuluyla temlikinin muris muvazaası nedeniyle ve dava dışı ara malik İsmail’den ...’in oğlu birleştirilen davada davalı ...’e satış suretiyle temlikinin de muvazaa nedeniyle geçersiz olduğu benimsenerek asıl davada davacı-birleştirilen davada davalı ... adına olan tapu kaydının iptaline, taşınmazın ¼ miras payı oranında asıl davada davalı-birleştirilen davada davacı ... adına tesciline, fazlaya ilişkin tescil isteğinin reddine, asıl davada davalı-birleştirilen davada davacı ...’in miras payını aşan kısma el atmasının önlenmesine, davalılardan ...’in taşınmaza müdahalesi kanıtlanamadığından ... aleyhine açılan el atmanın önlenmesi davasının reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan ...’in 06/02/1999 tarihinde ölümü ile davalı-birleştirilen davada davacı oğlu ..., davacı-birleştirilen davada davalı ...’in dava dışı babası ... ve dava dışı evlatları ... ve ...’in mirasçı kaldıkları, mirasbırakanın tarihsiz el yazısıyla düzenlendiği anlaşılan vasiyetnamesine göre, mevkiilerini belirttiği üç parça taşınmazını kendisine bakmaları kaydıyla oğulları ... ve ...’e bıraktığı, ayrıca eşi ... üzerine kayıtlı olduğunu belirttiği tarladaki miras payını da her iki oğluna verdiği, tapu kayıtlarına göre, murisin çekişme konusu 295 parsel sayılı 17.560 m2 tarla vasıflı taşınmazının tamamını 01/10/1998 tarihinde ölünceye kadar bakma koşuluyla dava dışı oğlu ...’e temlik ettiği, ...’in de bu taşınmazı 22/06/1999 tarihinde satış suretiyle dava dışı ara malik ...’a, onun da 22/10/2003 tarihinde satış suretiyle ...’in oğlu birleştirilen davada davalı ...’e devrettiği, eldeki davanın konusu olup da tefrik ile ayrı bir esasa kaydedilen 47 parsel sayılı taşınmazını da 27/09/1993 tarihinde satış suretiyle oğlu ...’e, onun da 30/07/1999 tarihinde satış suretiyle oğlu ... ’e temlik ettiği, murisin, davalı-birleştirilen davada davacı oğlu ...’e de dava konusu olmayan 61 ve 294 parsel sayılı taşınmazlarını 01/10/1998 tarihinde ölünceye kadar bakma koşuluyla temlik ettiği, çekişme konusu 295 parsel sayılı taşınmazın tamamının halihazırda davacı-birleştirilen davada davalı ... adına kayıtlı olup, davalı-birleştirilen davada davacı ...’in ise bu taşınmazda kayda dayalı bir hakkının bulunmadığı, tanık beyanları ve 16/06/2004 tarihli fen bilirkişi raporuna göre, çekişme konusu 295 parsel sayılı taşınmazın 8.800 m2’lik kısmının ..., 8.760 m2’lik kısmının ... tarafından kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre; davada dayanılan hukuki sebebin muris muvazaası değil, taraf muvazaası olduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; muvazaa kısaca irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanabilir. Muvazaada taraflar üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak için anlaşarak bazen aslında bir sözleşme yapma iradesi taşımadıkları halde görünüşte bir sözleşme yapmaktadırlar (mutlak muvazaa). Veya gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki bir sözleşme ile gizlemektedirler (nisbi muvazaa) Yanlar, ister salt bir görünüş yaratmak için, ister başka bir sözleşmeyi gizlemek amacıyla, sözleşme yapsınlar görünüşteki sözleşme gerçek iradelerine uymadığından, tabandaki sözleşmede tapulu taşınmazlarda şekil koşullarını taşımadığından geçersizdir.
Her ne kadar, muvazaayı düzenleyen 6098 s. Türk Borçlar Kanununun 19. (818 s. Borçlar Kanunun 18.) maddesinde ve öteki kanun hükümlerinde muvazaalı sözleşmelerin hüküm ve sonuçları hakkında bir açıklık bulunmamakta ise de; taraflar arasında alacak ve borç ilişkisi doğurmayacağı, muvazaanın varlığının hiçbir süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği, mahkemece kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurulması gerektiği, belirli bir sürenin geçmesi, sebebin ortadan kalkması veya ilgililerin olur (icazet) vermesi ile geçerli hale gelmeyeceği, uygulamada ve bilimsel görüşlerde ortaklaşa kabul edilmektedir.
Hemen belirtmek gerekir ki, muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil yolsuz bir tescil hükmündedir. Tapuda yapılan temlik ve tesciller illi işlemler olduğundan tapunun dayanağı sözleşme geçersiz ise tapu kaydının da Türk Medeni Kanunun 1025. maddesine göre iptali gerekir. Ayrıca muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu (inşaî) bir hüküm değil, açıklayıcı (izharı) bir hüküm durumundadır.
Öte yandan, muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb"an dava açan kişi Türk Medeni Kanununun 6. maddesi gereğince bu iddiasını ispat etmek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 200 ve 201. (1086 s. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun (HUMK) 288. ve 290.) maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme aynı kanunun 203. (HUMK"nun 293.) maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi, muvazaanın yazılı delille ispat edilmesi gerekir. Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde bile olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide ve kararlılık kazanmış yargısal içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu görüşten hareketle, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad (namı-müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir.
Somut olaya gelince, mahkemece, yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda inceleme ve değerlendirme yapılmış değildir.
Hâl böyle olunca, birleştirilen dava bakımından, yukarıda belirtilen ilkeler ve olgular doğrultusunda inceleme ve değerlendirme yapılarak varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi, birleştirilen davanın sonucuna göre de asıl dava bakımından değerlendirme yapılarak sonuca gidilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Asıl davada davacı-birleştirilen davada davalı ... ile asıl davada davalı-birleştirilen davada davacı ...’in değinilen yönlerden yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre asıl dava yönünden temyiz incelemesi yapılmasına şimdilik yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 20.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.