1. Hukuk Dairesi 2015/7084 E. , 2018/193 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ..."ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, taraf muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, mirasbırakan....dan kalan 2345 ada 239 parsel sayılı taşınmazın 3/32 payının annesi dava dışı ...’ın baskısı sonucu davalı kardeşi ...’e satış suretiyle temlik ettiğini, aslında taşınmazı satmak istemediğini, karşılığında bedel almadığını, temlikin muvazaalı olduğunu ileri sürerek tapu kaydının iptali ile miras payı oranında tescile karar verilmesini istemiştir.
Davalı, satış işlemi sonucu bedelin davacıya ödendiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının çekişme konusu 2345 ada 239 parsel sayılı taşınmazdaki 3/32 payını 23.01.2002 tarihinde satış suretiyle kardeşi olan davalıya temlik ettiği kayden sabittir.
Bilindiği üzere, muvazaa kısaca irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanabilir. Muvazaada taraflar üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak için anlaşarak bazen aslında bir sözleşme yapma iradesi taşımadıkları halde görünüşte bir sözleşme yapmaktadırlar (mutlak muvazaa). Veya gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki bir sözleşme ile gizlemektedirler (nisbi muvazaa) Yanlar, ister salt bir görünüş yaratmak için, ister başka bir sözleşmeyi gizlemek amacıyla, sözleşme yapsınlar görünüşteki sözleşme gerçek iradelerine uymadığından, tabandaki sözleşmede tapulu taşınmazlarda şekil koşullarını taşımadığından geçersizdir.
Her ne kadar, muvazaayı düzenleyen 6098 s. Türk Borçlar Kanunu"nun 19. (818 s. Borçlar Kanunu"nun 18.) maddesinde ve öteki kanun hükümlerinde muvazaalı sözleşmelerin hüküm ve sonuçları hakkında bir açıklık bulunmamakta ise de; taraflar arasında alacak ve borç ilişkisi doğurmayacağı, muvazaanın varlığının hiçbir süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği, mahkemece kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurulması gerektiği, belirli bir sürenin geçmesi, sebebin ortadan kalkması veya ilgililerin olur (icazet) vermesi ile geçerli hale gelmeyeceği, uygulamada ve bilimsel görüşlerde ortaklaşa kabul edilmektedir.
Hemen belirtmek gerekir ki, muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil yolsuz bir tescil hükmündedir. Tapuda yapılan temlik ve tesciller illi işlemler olduğundan tapunun dayanağı sözleşme geçersiz ise tapu kaydının da Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 1025. maddesine göre iptali gerekir. Ayrıca muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu (inşaî) bir hüküm değil, açıklayıcı (ihdasî) bir hüküm durumundadır.
Öte yandan, muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb"an dava açan kişi TMK"nin 6. maddesi gereğince bu iddiasını ispat etmek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun (HMK) 200, ve 201. (1086 s. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun (HUMK) 288 ve 290.) maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme aynı Kanunun 203. (HUMK"nun 293.) maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi, muvazaanın yazılı delille ispat edilmesi gerekir. Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde bile olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide ve kararlılık kazanmış yargısal içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu görüşten hareketle, 5.2.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad (namı-müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir.
Somut olaya gelince, taraflar kardeş olsalar da taraf muvazaasına dayalı iddianın 05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile kanıtlanması zorunludur. Ne var ki, davacının kendi muvazaalı işlemine dayalı iddiasını yazılı delille ispat edemediği açıktır.
Öte yandan, TMK"nın 6. maddesi ve HMK"nın 190. maddesi hükmü uyarınca iddiasını ispatla mükellef olan davacının eldeki davada olduğu gibi böylesi bir delili bulunmuyorsa nihai olarak başvuracağı çare akidine yönelteceği yemindir.
Diğer taraftan, bilindiği üzere, HMK"nin 225. maddesinde açıkça; "yeminin konusu, davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalardır. Bir kimsenin bir hususu bilmesi onun kendisinden kaynaklanan vakıa sayılır" hükmü düzenlenmiştir.
Hâl böyle olunca, davacının dava dilekçesinde açıkça yemin deliline dayandığı gözetilerek, davacıya davalının kendisinden kaynaklanan (onun zatından sadır olmuş) vakıalar ve fiiller hakkında davalı tarafa yemin teklif etme hakkı hatırlatılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken bu husus gözardı edilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.
Davacının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 15.01.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.