Abaküs Yazılım
10. Daire
Esas No: 2019/4965
Karar No: 2022/2476
Karar Tarihi: 27.04.2022

Danıştay 10. Daire 2019/4965 Esas 2022/2476 Karar Sayılı İlamı

Danıştay 10. Daire Başkanlığı         2019/4965 E.  ,  2022/2476 K.

    "İçtihat Metni"

    T.C.
    D A N I Ş T A Y
    ONUNCU DAİRE
    Esas No: 2019/4965
    Karar No: 2022/2476

    TEMYİZ EDEN (DAVACI) : ...
    VEKİLİ : Av. ...

    TEMYİZ EDEN (DAVALI) : ...Bakanlığı / ...
    VEKİLİ : Av. ...

    İSTEMLERİN_KONUSU : .... İdare Mahkemesinin ...tarih ve E:..., K:...sayılı kararının davacı tarafından maddi tazminat yönünden, davalı idare tarafından maddi ve manevi tazminat yönünden temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

    YARGILAMA SÜRECİ :
    Dava konusu istem: Davacı tarafından 09/06/2007 tarihinde mantar toplamak amacıyla gittiği Tunceli ili, Pülümür ilçesi, ...köyü, ...mezrasında bulunan ve daha önce karakol binası olarak kullanılan terk edilmiş yapının yanına yaklaştığı sırada mayına basması sonucu sağ ayağından yaralandığından bahisle uğradığını iddia ettiği zararlara karşılık 30.000,00 TL maddi, 20.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden işleyecek yasal faizle birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmiştir.
    İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: ...İdare Mahkemesinin ...tarih ve E:..., K:...sayılı kararıyla; Danıştay (Kapatılan) Onbeşinci Dairesinin 18/02/2016 tarih ve E:2012/772, K:2016/1011 sayılı bozma kararına uyularak, dava konusu olayda; terk edilmiş karakol yakınlarında bulunan ve zararın doğmasına neden olan mayınların, ülke güvenliğinin sağlanması amacı doğrultusunda, yasadışı terör örgütü mensuplarına karşı terörle mücadele kapsamında korunması maksadıyla kolluk kuvvetlerince yerleştirildiği kanaatine varıldığından, terörle mücadele faaliyetine dair olayın 5233 sayılı Kanun kapsamında olduğu ve ortaya çıkan zararın idarece tazmini gerektiği hususunda duraksama bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine, 6.235,24 TL maddi tazminatın davalı idareye başvuru tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine, maddi tazminatın fazlaya ilişkin kısmının reddine, 20,000.00 TL manevi tazminatın davalı idareye başvuru tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine karar verilmiştir.

    TEMYİZ_EDENLERİN_İDDİALARI : Davacı tarafından, olayda gerçek zararlarının karşılanmadığı, terör olaylarında gerçek zararların karşılanması gerektiği yönünde emsal kararlar bulunduğu, dava açıldıktan sonra iş gücü kayıp oranının %57 olarak hesaplandığı, maddi tazminat miktarının bu oran üzerinden hesaplanması gerektiği ileri sürülmektedir.
    Davalı idare tarafından, davacının olay yerine keyfi olarak gittiği, bu yüzden hükmedilecek maddi tazminat tutarında müterafik kusuru oranında indirim yapılması gerektiği, 5233 sayılı Kanun'da manevi tazminata yer verilmediğinden davacı lehine manevi tazminata hükmedilemeyeceği ileri sürülmektedir.

    TARAFLARIN_SAVUNMALARI : Taraflarca savunma verilmemiştir.

    DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ : ...

    DÜŞÜNCESİ : Tarafların temyiz istemlerinin kabulü ile kararın bozulması gerektiği düşünülmektedir.

    TÜRK MİLLETİ ADINA

    Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

    İNCELEME VE GEREKÇE :
    MADDİ OLAY :
    Davacı ve oğlu tarafından, 09/06/2007 tarihinde saat 06.40 sıralarında kendisine ait araçla Tunceli ili, Pülümür ilçesi, ...köyü, ...mezrası yol kontrol noktasından davacının iddiasına göre mantar toplamak amacıyla giriş yapılmış, eski karakol binası yakınlarında davacının mayına basması üzerine aynı gün saat 09.12'de aynı araçla Hüseyin Kurban isimli kişi idaresinde çıkış yapılarak davacı Pülümür Sağlık Ocağı'na sağ ayağı yaralanmış vaziyette götürülmüştür.
    Dava dışı H.K. kolluk ifadesinde, patlama olayının gerçekleştiği an orada bulunmadığını, Bozağakaraderbent köyünde yazlık evinin bulunduğunu, olay günü saat 08.30 sıralarında yanına davacının oğlunun gelerek olayı anlattığını ve babasını hastaneye götürmesini istediğini söylediğini, bunun üzerine davacıyı oğlu ile birlikte kendilerine ait araca şoför olarak binerek Tunceli ili, Pülümür ilçesine getirdiğini beyan etmiştir.
    Davacı olay sonrasında sevkedildiği Atatürk Üniversitesi Yakutiye-Aziziye Araştırma Hastanesinde tedavi altına alınmış, ...tarih ve ...sayılı adli raporda, ortopedik yönden hayati tehlikesi olmayan hastanın bu durumunun bir ay iş ve güç kaybına neden olacağı ve üç ayda iyileşebileceği belirtilmiş, Tunceli Devlet Hastanesi'nin 17/03/2008 tarihli sağlık kurulu raporunda ise davacıda mevcut hipertansiyon, opere sol üreter taşı, LDH, sağ ayak ampute, sol el 2. ve 3. parmak kaynama kırığı, sol ayak bileği artrozu, sağ opere lizfrank amputasyonu rahatsızlıkları sebebiyle %42 oranında iş gücü kaybına uğradığı belirtilmiştir.
    Davacı tarafından 01/02/2008 tarihli dilekçe ile olayda idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle mayına basması sonucu uğradığını iddia ettiği zararlara karşılık 30.000,00 TL maddi, 20.000,00 TL manevi tazminatın ödenmesi istemiyle davalı idareye yaptığı başvurunun reddi üzerine bakılan dava açılmıştır.
    ...İdare Mahkemesi'nin ...tarih ve E:...; K:...sayılı davanın reddi yolundaki kararının Danıştay (Kapatılan) Onbeşinci Dairesinin 18/02/2016 tarih ve E:2012/772, K:2016/1011 sayılı kararı ile, terkedilmiş karakol yakınlarındaki zararın doğmasına neden olan mayınların, ülke güvenliğinin sağlanması amacı doğrultusunda, yasadışı terör örgütü mensuplarına karşı terörle mücadele kapsamında korunması maksadıyla kolluk kuvvetlerince yerleştirildiği kanaatine varıldığından, terörle mücadele faaliyetine dair olayın 5233 sayılı Kanun kapsamında olduğu ve ortaya çıkan zararın idarece tazmini gerektiği hususunda duraksama bulunmadığı, davacının %42 oranında işgücü kaybına uğradığı maddi zararın, davalı idarece ilgili Yönetmelikte belirlenen oran ve miktarlar üzerinden hesaplanarak karşılanması gerektiği gerekçesiyle maddi tazminat yönünden, dava konusu olayın oluşumu ve niteliği, davacının yaşadığı panik, korku ve organ kaybı nedeniyle çektiği ızdırap ve duyduğu elem gerçeği gözönünde bulundurulduğunda davacının talep ettiği 20.000 TL manevi tazminatın davalı idare tarafından davacıya ödenmesine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle manevi tazminat yönünden bozulması üzerine İdare Mahkemesince ...tarih ve E:..., K:...sayılı karar ile Tunceli Devlet Hastanesi'nin 17/03/2008 tarihli sağlık kurulu raporunda belirtilen %42'lik özür oranının 5233 sayılı Kanun ve ilgili Yönetmelik kapsamında karşılığı olan 6.235,24 TL maddi tazminatın ve 20,000.00 TL manevi tazminatın davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
    Davacı tarafından dosyaya sunulan 27/10/2010 tarihli Tunceli Devlet Hastanesince düzenlenen Özürlü Sağlık Kurulu raporunda ise, sol mixt tipi işitme kaybı, ağır stres tepkisi ve uyum bozukluğu, hiper tansiyon, sağ bacakta nöropatik ağrı, sağ ayak amputasyonu rahatsızlıkları nedeniyle tüm vücut fonksiyon kaybı oranının %57 olduğu ve sürekli (kalıcı) bulunduğu belirtilmiştir.

    İLGİLİ MEVZUAT:
    Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu; 5. maddesinde, Devletin temel amaç ve görevlerinin, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak olduğu; 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, aynı maddenin son fıkrasında, idarenin eylem ve işlemlerinden doğan (maddi ve manevi) zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
    İdarenin hukuki sorumluluğu, kamusal faaliyetler sonucunda, idare ile bireyler arasında bireyler zararına bozulan ekonomik dengenin yeniden kurulmasını, idari etkinliklerden dolayı bireylerin uğradığı maddi zararlar yanında manevi zararların da idarece tazmin edilmesine olanak sağlayan bir hukuksal kurumdur. Bu kurum, kamusal faaliyetler nedeniyle bireylerin mal varlığında ortaya çıkan eksilmelerin ya da çoğalma olanağından yoksunluğun giderilebilmesini, yine bu suretle kişi varlığında oluşan manevi zararların karşılanabilmesi için aranılan koşulları, uygulanması gereken kural ve ilkeleri içine almaktadır.
    İdare, Anayasanın 125. maddesinde de belirtildiği üzere, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. Bunun yanında, idarenin faaliyet alanıyla ilgili, önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bir takım zararları da nedensellik bağı aramadan tazmin etmesi gerekmektedir.
    İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden, kolektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi, Anayasa'nın yukarıda öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir.
    Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağan dışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır. Genel bir ifade ile "terör olayları" olarak nitelenen eylemlerin, Devlete yönelik olduğu, Anayasal düzeni yıkmayı amaçladığı, bu tür olaylarda zarar gören kişi ve kuruluşlara karşı kişisel husumetten kaynaklanmadığı bilinmekte ve gözlenmektedir. Sözü edilen olaylar nedeniyle zarara uğrayan kişiler, kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle zarar görmektedirler. Belirtilen şekilde ortaya çıkan zararların ise, özel ve olağan dışı nitelikleri dikkate alınıp, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece, yukarıda açıklanan sosyal risk ilkesine göre, topluma pay edilmesi suretiyle tazmini hakkaniyet gereği olup, sosyal hukuk devleti ilkesine de uygun düşecektir.
    Terör eylemleri nedeniyle mağdur olan bireylerin zararlarının sulh yoluyla ödenebilmesi amacıyla 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun 27/07/2004 tarihinde yürürlüğe girmiş, Kanunun yürürlüğe girmesinin ardından AİHM nezdinde açılan davalarda hükümetin yaptığı itirazlar yerinde görülmüş ve 5233 sayılı Kanun'un etkin bir başvuru yolu olduğu belirtilmiştir.
    5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'un genel gerekçesinde, Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten ve Anayasa metnine dahil olan Başlangıç Kısmında "Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu..." belirtilmiş; Cumhuriyetin niteliklerini gösteren Anayasanın 2. maddesinde ise Türkiye Cumhuriyetinin "toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı... sosyal bir hukuk devleti" olduğu vurgulanmıştır.
    27/07/2004 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'un 1. maddesinde, ''Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.''; 2. maddesinin 1. fıkrasında, ''Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.''; 6. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında, ''Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra yapılacak başvurular kabul edilmez. Bu Kanun kapsamındaki yaralanma ve engelli hâle gelme durumlarında, yaralının hastaneye kabulünden hastaneden çıkışına kadar geçen süre, başvuru süresinin hesaplanmasında dikkate alınmaz. İlgili valilik dışında diğer valilikler, kaymakamlıklar, Türkiye Cumhuriyeti dış temsilcilikleri, diğer bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarına yapılan başvurular ilgili valiliğe gönderilir.''; 7. maddesinde, ''Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır: a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar, b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri, c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar''; 8. maddesinin 1. fıkrasında, ''7 nci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.''; 9. maddesinde, ''Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, nakdî ödeme yapılır. Nakdî ödemenin tespitine esas tutulacak miktar, ödeme yapılmasına ilişkin valinin veya Bakanın onayı tarihinde geçerli gösterge ve katsayı rakamları esas alınarak belirlenir. Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır. Cumhurbaşkanı, nakdî ödemeye esas tutulan gösterge rakamını yüzde otuza kadar artırmaya veya kanunî sınıra kadar indirmeye yetkilidir. Bu Kanun kapsamındaki zararlardan dolayı, zarar gören kişilere gerçek veya özel hukuk tüzel kişileri tarafından yapılan ödemeler sebebiyle Devlete rücu edilemez. Nakdî ödemenin şekli, tutarı, yaralanma ve engellilik derecelerinin tespitine ilişkin esas ve usuller yönetmelikle belirlenir.''; 12. maddesinde, "Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir. Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir. Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır. Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir. Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.''; Geçici 1. maddesinde, ''Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 19.7.1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.'' hükümleri düzenlenmiştir.
    5233 sayılı Kanun gereğince Zarar Tespit Komisyonu tarafından terör saldırısı sonucu ölenin yakınlarına yapılan sulhname teklifinin kabul edilmemesi nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat davasında, 5233 sayılı Kanun'un 1. maddesinde yer alan ''maddi'' sözcüğünün; 2. maddesinin 1. fıkrasında yer alan ''maddi'' sözcüğünün; 7. maddesinin c. bendinde yer alan ''maddi'' sözcüğünün; 9. maddesinin birinci fıkrasında yer alan ''Yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın'' biçimindeki ilk paragrafı ile (e) bendinin, ikinci fıkrasının ve Geçici 1. maddesinde yer alan ''maddi'' sözcüğünün, Anayasa'nın 2, 5, 11, 36, 90 ve 125. maddelerine aykırı olduğu kanısına varan Elazığ İdare Mahkemesi'nin yaptığı somut norm denetimi (itiraz) başvurusu üzerine verilen Anayasa Mahkemesi’nin 25/06/2009 tarih ve E:2006/79, K:2009/97 sayılı kararının ''A'' bölümünde, "...5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir...
    5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa’da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, 12. maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir...." yönünde değerlendirmelere; kararın ''B'' bölümünde ise, “...5233 sayılı Yasa’nın 9. maddesi, terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen yaralanma, sakatlanma ve ölüm hâllerinde ödenecek maddi tazminat miktarı ile ödeme usulünün belirlenmesini düzenleyen bir kuraldır.
    Bu kuralda, ölüm halinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın elli katı tutarında, ölenlerin mirasçılarına nakdi ödeme yapılacağı belirtilmiştir. Nakdî ödemenin tespitine esas tutulacak miktarın ise ödeme yapılmasına ilişkin valinin veya bakanın onayı tarihinde geçerli gösterge ve katsayı rakamları esas alınarak belirleneceği kuralına yer verilmiştir. Gösterge ve katsayı rakamlarının her yıl artış göstermesi nedeniyle, son işlem tarihinde geçerli gösterge ve katsayı rakamlarının esas alınması, tazminat alacaklısının lehine bir uygulama olduğu açıktır.
    Toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelen özel ve olağandışı zararların karşılanmasında, devletin ödeme gücü, ekonomik durumu, zarar görenlerin sayısı, zarar doğuran olayların uzun süreli ve yaygın olması gibi nedenleri gözeterek idare, hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk hallerinde meydana gelen gerçek zarardan sorumlu olurken, sosyal risk ilkesinde sulh yoluyla ödenecek tazminat miktarının yasa koyucu tarafından yasayla belirlenmesi Anayasa’da güvence altına alınan sorumluluk hukukunun temel ilkelerine aykırılık oluşturmaz...” yönünde değerlendirmelere yer verilerek itirazın reddine karar verilmiştir.
    Anılan Anayasa Mahkemesi kararında idarenin, hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk hallerinde meydana gelen gerçek zarardan sorumlu olurken, sosyal risk ilkesinde sulh yoluyla ödenecek tazminat miktarının yasa koyucu tarafından yasayla belirlenmesinin Anayasa’da güvence altına alınan sorumluluk hukukunun temel ilkelerine aykırılık oluşturmadığı vurgulanmış; bunun yanında 5233 sayılı Kanun'un, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesini öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir Kanun olduğu belirtilmiştir.
    Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının 81. paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak “Tazminat kanununda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanunun 12. maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.” ifadesine yer verilmiştir.
    Sosyal risk ilkesinin, terör olaylarına ilişkin olarak 5233 sayılı Kanun ile yasalaşması karşısında, terör eylemleri nedeniyle uğranılan maddi zararlara yönelik istemlerin anılan Kanun çerçevesinde karara bağlanması gerektiği de açıktır. Ancak, 5233 sayılı Kanun, sosyal risk ilkesi dışında, nedensellik bağına dayalı hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk sebebine dayanılarak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesine göre tam yargı davası açılmasına engel oluşturmadığı gibi, idarelerin hizmet kusurunun ya da kusursuz sorumluluğunun saptandığı durumlarda, olay terör eylemi olsa bile uyuşmazlığın 5233 sayılı Kanun kapsamında çözümlenemeyeceğinde duraksama bulunmamaktadır. Danıştay Onuncu Dairesi'nin konuyla ilgili yerleşik içtihadı da; terör eylemi sonucu bir zararın ortaya çıkması durumunda, öncelikle söz konusu olayın meydana gelmesinde idarelere atfı kabil bir hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk hallerinin bulunup bulunmadığının araştırılması, idarenin gerek hizmet kusuru gerekse kusursuz sorumluluk hallerinin olayda bulunmaması durumunda 5233 sayılı Kanun kapsamında gerekli inceleme ve araştırma yapılarak karar verileceği yönündedir.

    HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
    Her ne kadar davacı tarafından dava konusu olay nedeniyle uğradığı maddi zararların genel tazminat hukuku ilkeleri kapsamında karşılanması gerektiği ileri sürülmüşse de; 5233 sayılı Kanunun genel gerekçesinde de açıklandığı üzere, anılan Kanunun yürürlüğünden sonra meydana gelen ve idarenin kusur ya da kusursuz sorumluluğunun bulunmadığı terör olayları ya da terörle mücadele faaliyetleri nedeniyle uğranılan maddi zararlar bakımından da anılan Kanunun uygulanacağı ve maddi zararların tazmininde 5233 sayılı Kanunun 9. maddesi ile Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmeliğin, ''Yaralanma Engelli Hale Gelme ve Ölüm Hallerinde Yapılacak Ödemeler'' başlıklı 21. maddesinde yer alan özel hesaplama yöntemlerinin esas alınması gerektiği açıktır. Anayasa Mahkemesince de yukarıda gerekçesine yer verilen kararda; idarenin, hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk hallerinde meydana gelen gerçek zarardan sorumlu olduğu, bununla birlikte sosyal risk ilkesinde sulh yoluyla ödenecek tazminat miktarının yasa koyucu tarafından yasayla belirlenmesinin Anayasa’da güvence altına alınan sorumluluk hukukunun temel ilkelerine aykırılık oluşturmayacağı yönünde değerlendirmelerde bulunulmuştur.
    1-İdare Mahkemesi Kararının Davacının Maddi Tazminat İstemine İlişkin Kısmının İncelenmesi
    İdare Mahkemesi kararının, olayda idarenin hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk hallerinin bulunmadığı ve olayın terörle mücadele faaliyeti olarak nitelendirilip 5233 sayılı Kanun kapsamında incelemeye alınması gerektiği yönündeki saptamasında isabetsizlik bulunmamakla birlikte, bu saptamadan sonra Mahkemece, bilirkişi marifetiyle davacının sadece olay nedeniyle uğramış olduğu iş gücü kaybı oranını gösteren güncel,kesin sağlık kurulu raporu esas alınarak, uğramış olduğu sürekli iş göremezlik zararına karşılık, 5233 sayılı Kanun'un Uygulama Yönetmeliği'nin 21. maddesinin 1.fıkrasının (b) bendi uyarınca (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın, yetkili sağlık kuruluşunca tespit edilen iş gücü kaybı derecesine göre Yönetmeliğe ekli Ek-D cetvelde karşılık gelen katı ile çarpımı sonucu hesaplanarak davacıya ödenmesine karar verilmesi gerekirken, davacının sadece olay nedeniyle uğramış olduğu iş gücü kaybı oranını gösteren sağlık kurulu raporu değil kendisinde mevcut tüm rahatsızlıkların (üreter taşı, hipertansiyon vs.) ortaya çıkardığı özür oranını gösteren sağlık kurulu raporu esas alınarak 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi tazminat ödenmesine karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.
    Ayrıca, davacının kamu görevlisi olması dolayısıyla geçici olarak iş göremez durumda bulunduğu süre boyunca maaşını almaya devam edeceği gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, davacının bu yönden geçici iş göremezliğe ilişkin bir zararının oluşmayacağı açıktır.
    Her ne kadar, sağlık personeli olan davacının olay nedeniyle görevine devam edemediği süre boyunca döner sermaye payı ödemelerinden yoksun kalacağı, bu yönden de geçici iş göremezliğe ilişkin zararının oluşabileceği düşünülebilir ise de; 5233 sayılı Kanun'un 7. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde, yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararların karşılanacağının belirtildiği, 9. maddesinde de, yaralanma halinde ödenecek tutarların formüle edilmek suretiyle somutlaştırıldığı, yoksun kalınan döner sermaye payının anılan maddeler kapsamında yer almadığı, bu nedenle yoksun kalınan döner sermaye payı yönünden davacıya ayrıca ödeme yapılmasının mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır.
    Öte yandan, 5233 sayılı Kanun'un zarara uğrayanlar tarafından yapılmış tedavi giderlerinin karşılanmasına imkan tanıdığı ve davacı tarafından yapmış olduğu tedavi giderlerine karşılık olarak dosyaya faturalar sunulduğu dikkate alındığında, davacının yapmış olduğu tedavi giderlerinin araştırılması ve sunduğu faturalar için Sosyal Güvenlik Kurumu'ndan iade alıp almadığı araştırılarak tedavi giderleri kapsamında yaptığı masrafların da maddi zarar kalemi olarak kendisine ödenmesi gereklidir.
    2-İdare Mahkemesi Kararının, Davacının Manevi Tazminat İstemine İlişkin Kısmının İncelenmesi
    Manevi zarar; kişinin fizik yapısının ve iç huzurunun bozulmasını, yaşama gücünün ve sevincinin azalmasını, kişilik haklarının zedelenmesini, şeref ve haysiyetinin rencide edilmesini, ölüm veya uğranılan diğer cismani zarar nedeniyle duyulan acı ve ızdırabı, kişinin günlük yaşamını zorlaştıran belli ağırlıktaki her türlü üzüntü ve sıkıntıyı ifade etmektedir. Kendisinin veya yakınlarının uğradığı tecavüz, saldırı veya meydana gelen bir ölüm olayı sonucunda; fiziki veya manevi acılar duyan, ruhsal dengesi bozulan, yaşama sevinci azalan kişinin manevi yönden zarara uğramış olduğu kabul edilmektedir.
    Manevi tazminat, kişinin mal varlığında meydana gelen eksilmeyi gidermeye yönelik bir tazmin aracı değil, manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelen ve yaşama sevinci ve zevki azalan kişinin manen tatminini sağlamaya yönelik bir tazmin aracıdır. Manevi zararın başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Manevi tazminat, olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Tam yargı davalarının ve manevi tazminatın belirtilen niteliği gereği takdir edilecek manevi tazminat miktarının, olayın, zararın ve varsa idarenin kusurunun ağırlığını ortaya koyacak, hukuka aykırılığı özendirmeyecek, bir başka ifade ile benzeri hak ihlallerinin bir daha yaşanmaması için caydırıcı ve aynı zamanda cezalandırıcı olacak şekilde belirlenmesi, bununla birlikte olayın meydana geliş şekli, idari faaliyetin niteliği ve idarenin sorumluluk sebebi gözetilerek hakkaniyetli ve makul bir tutarı aşmaması gerekmektedir.
    İdare Mahkemesince, bakılan uyuşmazlıkta davacının olay nedeniyle uğramış olduğu bedensel zararın henüz somut, kesin ve net biçimde ortaya konulmadığı, davacının uğramış olduğu bedensel zararda artış veya azalış olabileceği gözetilerek, davacıda olay nedeniyle oluşan sağlık sorunlarının bilirkişi marifetiyle ortaya konulmasından sonra uğramış olduğu manevi zarar karşılığı manevi tazminatın yeniden belirlenmesi gerektiği anlaşıldığından, Danıştay (Kapatılan) Onbeşinci Dairesinin 18/02/2016 tarih ve E:2012/772, K:2016/1011 sayılı bozma kararına uyularak davacıya 20.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.
    Bu itibarla, davacının maddi ve manevi tazminat istemi hakkında yeniden bir karar verilmesi gerekmektedir.

    KARAR SONUCU :
    Açıklanan nedenlerle;
    1. Tarafların temyiz istemlerinin KABULÜNE,
    2. .... İdare Mahkemesinin ...tarih ve E:..., K:...sayılı temyize konu kararının BOZULMASINA,
    3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine,
    4. 2577 sayılı Kanun'un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (on beş) gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 27/04/2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.




    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi