3. Hukuk Dairesi 2016/7817 E. , 2018/1022 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı vekili; taşınmazının dış cephe onarım vs. işinden daire başına düşen bedeli site yöneticisi davalıya gönderdiğini, fakat toplanan paraların işi yapan firmaya ödenmediğini, firmanın alacağının tahsili için takip başlattığını, yöneticiye ödenen bedellerin bu defa icra baskısıyla dava dışı firmaya ödendiğini, sebepsiz zenginleşen davalı hakkında ... 1. İcra Müdürlüğünün 2013/5295 Esas sayılı dosyası ile takip başlattığını, davalının takibe itiraz ettiğini belirterek, itirazın iptaline, takibin devamına, %20"den az olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı; davacının daire başına düşen peşinat ve aidat ve katkı paylarını ödemediğini, kendisinin şahsi hesabına gelen paranın davacının 2 senedir ödenmeyen dairesinin aidat borçları, apartmanda mantolama işiden önce yapılan tüm tamiratların, kanalizasyon, yıldırım çarpması, asansör vs. sistemlerin yapımları ve dairenin elektrik, su doğalgazının kapalı olması ve dairenin içindeki tadilatlardan dolayı aldıkları borçların ödemesi olduğunu, uğradığı zarardan ötürü en az %20 maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir.
Mahkemece; davanın kabulüne, ... 1. İcra Müdürlüğünün 2013/5295 Esas sayılı dosyasında davalının vaki itirazının kısmen iptali ile (işbu dosyada harcı yatırılan dava değeri dikkate alınarak) takibin toplam 10.000,00 TL üzerinden devamına, davalı tarafın icra inkar tazminatı talebinin reddine, karar verilmiş, hüküm süresi içinde davalı tarafça temyiz edilmiştir.
Davada, davacı tarafından davalıya havale yoluyla gönderilen paranın sebepsiz zenginleşme kurallarına göre tahsili talep edilmektedir.
Davalının gönderilen paraların tahsil edildiği yönünde bir itirazı bulunmamaktadır. Uyuşmazlık, davalının iddia ettiği gibi davacının daha önce aldığı borcun ödenmesi şeklinde olup olmadığı ve buna bağlı olarak ispat yükünün hangi tarafta olduğu konusunda toplanmaktadır.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 236. maddesinde (HMK.nun 188.madde de); taraflardan birinin ikrarının geçerli olduğu ve o taraf aleyhine delil teşkil edeceği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır. Öğretideki tanımlamalara göre ise, ikrar (dar
anlamda ikrar), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir. (İkrar kavramının tanımı ve aşağıda ikrarın türlerine ilişkin olarak yapılan açıklamalar bakımından ayrıntılı bilgi için, ...: Prof. Dr. ..., Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı Cilt: 2, ... 2001, sayfa: 2037 ve devamı; Prof. Dr. ... Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, Cilt: 1–2, 3. Bası, ... Matbaası, ... 1984, Sayfa: 549 ve devamı; Prof. Dr. ..., Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3. Baskı, Sevinç Matbaası, ... 1978, sayfa: 510 ve devamı; Dr. ..., Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, sayfa: 212 ve devamı.).
İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi, karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar.
Öğretide ve uygulamada ikrar, yapıldığı yere, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır.
Yapıldığı yere göre mahkeme dışı veya mahkeme içi ikrardan söz edilir. Mahkeme dışı ikrar takdiri, mahkeme içi ikrar ise kesin delil niteliğindedir.
Kapsam yönünden, ikrar, çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsayabilir. İlkinde tam, ikincisinde ise kısmi ikrar söz konusudur.
İçeriği itibariyle ikrar ya basit (adi), ya vasıflı (mevsuf) ya da bileşik (mürekkep) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkâr da denilmektedir.
Basit (adi) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.
Vasıflı ikrarda, (gerekçeli inkârda) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin (vasfının) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir.
Bileşik (mürekkep) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır.
Yukarıda da değinildiği üzere, öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte, iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.
Somut olay bu ilke ve kavramlar ışığında değerlendirildiğinde:
Davacının, havalelerin dış cephe onarım bedeli olarak davalıya gönderildiği yönündeki iddiası davalıca kabul edilmemiş, tersine, bu paraların, davacının borcunun ifası amacı ile gönderildiği savunulmuştur.
Böylece davalı, davaya konu paraların kendisine gönderildiğini (maddi vakıayı) ikrar etmiş, ancak, bunların davacı tarafından ileri sürülen nedenle değil, başka bir nedenle (mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla) gönderildiklerini savunmak suretiyle, vakıanın hukuksal niteliğinin ileri sürülenden farklı olduğunu bildirmiştir.
Davalının, ikrar ettiği maddi vakıanın hukuki vasfının ileri sürülenden farklı bulunduğunu bildirmesi karşısında, somut olayda, basit (adi) veya bileşik ikrarın söz konusu olamayacağı çok açıktır. Zira, her ikisinin de temel koşulu, ileri sürülen maddi vakıanın ve onun hukuki vasfının birlikte kabul edilmiş olmasıdır.
Vakıa kabul edilmekle birlikte, onun farklı bir hukuki vasıfta olduğunun ileri sürülmesi durumunda, vasıflı ikrardan söz edilmesi gerektiği ve vasıflı ikrarın bölünemeyeceği yukarıda açıklanmıştır.
O halde, somut olayda davalının savunması, vasıflı ikrar (gerekçeli inkâr) niteliğindedir ve bu ikrar bölünemez. Çünkü, vasıflı ikrarda kanıtlama yükümlülüğü, ikrar eden tarafa (davalıya) değil, vakıayı ileri süren tarafa (davacıya) aittir. Bu durumda, davacı taraf, davaya konu paraların davaya konu dış cephe onarım bedeli olarak gönderildiği yolundaki iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür; buna bağlı olarak, davalı savunmasını ispat ile yükümlü olmayacaktır.
Öte yandan, Borçlar Kanunu’nun 457 vd. (TBK.nun 555 vd) maddelerinde düzenlenmiş olan havale, hukuksal nitelikçe (tıpkı onun özel biçimlerinden biri niteliğindeki çek gibi), bir ödeme vasıtasıdır. Eş söyleyişle, havalenin, mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapıldığı yolunda yasal karine mevcuttur. Bu yasal karinenin tersini (havalenin borcun ödenmesinden başka bir amaçla yapıldığını) ileri süren havaleci (muhil), bu iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. (Havale kavramı hakkında geniş bilgi için ...: Prof. Dr. .... Türk Borçlar Hukukunda Havale, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma ... Yayını, ... 2001; Yargıtay’ın bu konudaki uygulamasına örnek olarak: 11.Hukuk Dairesi’nin 28.9.1992 gün ve 1991/1956- 1992/9316 sayılı kararı).
Somut olayda, davacı bu yasal karine karşısında, davalı tarafa yapılan dava konusu havalelerin dış cephe onarımı için yapıldığını, kanıtlama yükümlülüğü altındadır. Davacı tarafından davalıya gönderilen bedelin neden kaynaklandığını kanıtlamak davacıya aittir.
Başka bir ifadeyle, havale kavramından hareketle yapılacak değerlendirmeye göre de, somut olayda kanıtlama yükümlülüğü yine davacı tarafa aittir.
O halde, mahkemece; ispat yükünün davacıda olduğu gözetilerek, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, aksi gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün HUMK"nun 428. maddesi gereğince davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK"nun Geçici Madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK"nun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içinde karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 13/02/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.