1. Hukuk Dairesi 2016/10607 E. , 2019/4357 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ:ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece asıl ve birleştirilen davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar birleştirilen davada davacılar ve asıl ve birleştirilen davada davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ..."in raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Asıl ve birleştirilen davalar, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Asıl davada davacı, mirasbırakanları ...’un 889 parsel sayılı taşınmazını çocukları davalılara satış yoluyla devrettiğini, yapılan temliklerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı, bedelsiz ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek çekişmeli taşınmazın tapu kaydının miras payı oranında iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiş, birleştirilen davada davacılar aynı hukuki nedenlere dayanarak çekişmeli taşınmazın tapu kaydının miras payları oranında iptali ile adlarına tescilini istemişlerdir.
Asıl ve birleştirilen davada davalılar, temliklerin gerçek satış işlemi olduğunu belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, temlikin muvazaalı olduğu gerekçesi ile asıl ve birleştirilen davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1913 doğumlu mirasbırakan ...’un 30.05.1992 tarihinde ölümü ile geride mirasçı olarak asıl davada davacı kızı ... ve birleştirilen davada davacı çocukları ..., ..., ... ve ... ile asıl ve birleştirilen davalarda davalı kızı ...’ın kaldıkları, 889 parsel sayılı taşınmazın tamamı murise aitken 1/2 payını 06.02.1976 tarihinde asıl davada davalı ...’e, kalan 1/2 payını da 20.05.1981 yılında davalı ...’a satış yoluyla temlik ettiği, asıl davanın 15.10.2008 tarihinde, birleştirilen davanın ise 14.03.2011 tarihinden açıldıkları anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Hemen belirtilmelidir ki, bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de, Ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı hususlarının araştırılmasında ve satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Öte yandan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun(HMK) 190. maddesinde, "İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir."; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun(TMK) 6. maddesinde, "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür." şeklinde yer alan hükümlerle, açılmış bir davada ispat yükünün kural olarak davacıya yüklendiği tartışmasızdır.
Somut olaya gelince, dinlenen davacı tanıklarının bir kısmının dava konusu temliklere ilişkin bilgi sahibi olmadıkları, diğerlerinin beyanlarıyla da mirasbırakanın diğer mirasçılarından mal kaçırmasını gerektirir bir nedenin ve muvazaanın varlığı konusunda somut bir olgunun ortaya konulamadığı, davalı tanıklarından Halil ile Ziya’nın ise temliklerin gerçek satış işlemi olduğunu belirttikleri, öte yandan 1976 tarihli işlemde satış bedeli olarak belirlenen 25.000-TL’nin 9.500-TL’sinin nakit olarak ödendiği, kalan 16.500-TL’sinin ise taşınmaz üzerindeki ipotek karşılığı mahsup edildiğinin belirtildiği, asıl davada davalı birleştirilen davada davacı ... tarafından açılan muhdesatın tespiti istemli davada çekişmeli taşınmazdaki 2. ve 3. katlarda bulunan muhdesatın ... tarafından meydana getirildiğinin tespitine karar verildiği, değinilen bütün bu ilke ve olgular karşısında asıl ve birleştirilen davada davacı tarafça muvazaa iddiasının kanıtlanamadığı açıktır.
Hal böyle olunca, asıl ve birleştirilen davaların reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.
Asıl davada davalı ... vekili ile asıl ve birleştirilen davalı ... vekilinin yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 04.07.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.