1. Hukuk Dairesi 2016/11758 E. , 2019/4618 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİLİ-TAZMİNAT
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil- tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ... "un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili, olmadığı takdirde bedel isteğine ilişkindir.
Davacı, 583 parsel sayılı taşınmaz mirasbırakan babaanneleri ...’a ait iken davalı ... ...’ın kendisini vekil tayin ettirmek suretiyle taşınmazı davalı ...’e temlik ettiğini, taşınmaz bedelinin davalı ... ve kardeşi Sevgi’ye ödendiğini, davalıların taşınmaz bedelini mirasbırakana vermeyerek diğer mirasçılardan mal kaçırdığını, mirasbırakanın fiil ehliyetini haiz olduğu husunda rapor aldırılmadığını, mirasbırakanın bilgisi olmadan devrin yapıldığını, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını ileri sürerek tapu kaydının iptali ile payları oranında adlarına tesciline olmadığı takdirde bedelin tahsiline karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı ..., iyi niyetli olduğunu, diğerleri arasındaki iç ilişkiyi bilecek durumda olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Diğer davalılar, ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/786 esas sayılı davasının bu dava yönünden kesin hüküm mahiyetinde olduğunu, taşınmazın mirasbırakan annelerinin talimatı doğrultusunda temlik edildiğini, mirasbırakanın daha önce davacılara bağış yapması nedeniyle bu bedeli de kendilerine bağışladığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davalı ... yönünden husumet yokluğu, diğer davalılar yönünden ise kesin hüküm gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan...’ın 03.05.2011 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak kızları .... ve .... ile ölü oğlu ...’in çocukları ... ve ...’in kaldığı, ...’nin ... 3. Noterliğinin 13.04.2011 tarih ve 2198 yevmiye numaralı vekaletnamesi ile ....i vekil tayin ettiği, anılan vekaletname uyarınca çekişme konusu 583 parsel sayılı taşınmazın 15.04.2011 tarihinde ...’e satış suretiyle temlik edildiği, ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/464 esaslı davasında ... ve ....’in 583 parsel sayılı taşınmaz için ... ve ...’den muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı bedel isteğinde bulunduğu, mahkemece davanın kabulüne ilişkin verilen kararın Dairece 2012/9261 esaslı ilam ile bozulduğu, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda 2013/786 esas ve 2014/193 karar sayılı hüküm ile davanın reddine karar verildiği ve kararın temyiz edilmeden kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Borçlar Kanununun temsil ve vekalet akdini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 sayılı Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir. Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK"nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK"de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK"de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK"nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün ... hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Ayrıca, bilindiği ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun 303/1 maddesinde düzenlendiği üzere bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir. Ne var ki, eldeki dava ile ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/786 esas sayılı davasının dava sebeplerinin aynı olduğunun söylenmesi mümkün değildir.
Hal böyle olunca, yukarıdaki ilkeler doğrultusunda inceleme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.
Davacıların yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 16/09/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.