Esas No: 2012/18689
Karar No: 2013/1110
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2012/18689 Esas 2013/1110 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Mahkemesi :İş Mahkemesi
Dava, rucüan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, bozma ilamına uyularak hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davacı Kurum ile davalılar ... Tic. Ltd. Şti. ve HDI Sigorta A.Ş. vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan, Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1-Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı Kurum ile davalılar ...Tic. Ltd. Şti. ve ... A.Ş. vekillerinin sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Mahkemece Dairemizin bozma ilamına uyularak karar verilmiş ise de, bozma kararının gereği tam olarak yerine getirilmemiştir.
İlk hükümde, davalı ...’in %75, sigortalının %25 kusurlu olduğunun kabulü ile sonuca gidildiği ve Dairemizce, davacı ve davalıların bu yöndeki temyiz itirazlarının reddine karar verilmesi sonucu, trafik iş kazasının taraflarının kusur oranları kesinleştiği halde, bozma sonrasında yeniden kusur incelemesine gidilerek, faklı kusur oranlarının hükme esas alınması;
3-Davanın yasal dayanağı 506 sayılı Yasanın 9,10 ve 26. maddeleridir. Mahkemece davalı işverenin 506 sayılı Yasanın 9 ve 10. maddeleri çerçevesinde sorumlu olduğunun tespitinde bir isabetsizlik yok ise de, işverenin, 506 sayılı Yasanın 10. maddesine dayalı tazmin sorumluluğunun sınırlarının belirlenmesi konusuna çözüm getiren, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 15.03.1995 T., 1994/800 E., 1995/166 K. sayılı ilamında “...Hal böyle olunca mahkemece yapılacak iş, hak sahiplerinin işverenden isteyebileceği tazminat (tavan) miktarını önce kusur durumunu hiç gözetmeksizin belirlemek ve belirlenen tazminat miktarını geçmemek üzere davalının olaydaki kusursuzluğu dikkate alınarak Borçlar Kanununun 43 ve 44. maddeleri uygulanarak varılacak sonuç uyarınca rücu alacağına hükmetme...” gereği öngörülmüş olup; işverenin sorumluluk sınırlarının belirlenmesinde, kendisinin kusurlu olup olmaması etkili bulunmakta, işverenin kusursuz bulunduğu durumlarda, ilk peşin sermaye değerli gelir miktarı olarak ortaya çıkan tazminat tavanından, Borçlar Kanunu"nun 43 ve 44. maddeleri uyarınca, en az % 50 oranında indirim yapılarak, işverenin sorumlu olduğu tazminat tutarının belirlenmesi gerekmektedir. Hal böyle olunca, trafik iş kazasında kusuru bulunmayan davalı işverenin belirtilen esaslar çerçevesinde sorumlu olduğu tazminat tutarının belirlenmemesi,
4-Kabule göre de,
A) Mahkemece, Dairemizin bozma ilamına uyularak karar verilmiş ise de; bozma sonrası davacı vekilinin 12.04.2012 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini artırması sonucu, ıslah ile arttırılan talebe göre karar verildiği görülmektedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulun 16.03.2005 tarihli 2005/13-97 Esas, 2005/150 Karar sayılı ilamında ayrıntıları açıklandığı üzere; bilindiği gibi, ıslah, taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini, bir defaya mahsus olmak üzere kısmen veya tamamen düzeltmesine olanak tanıyan ve karşı tarafın onayını gerektirmeyen bir yoldur. Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 176. ve ardından gelen maddelerinde ıslah kurumu ayrıntılı şekilde düzenlenmiş; 176. maddede, davanın her iki tarafının da, yargılama usulüyle ilgili bir işlemini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği, ancak aynı dava içerisinde bu yola sadece bir kez başvurulabileceği; 177.maddede, ıslahın tahkikatın sona ermesine kadar yapılabileceği belirtilmiştir. Sonraki hükümler, ıslahın şekline ve sonuçlarına ilişkin düzenlemeleri içermektedir. Yeri gelmişken, Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 177. maddesindeki kuralın ve o çerçevede tahkikat kavramının irdelenmesinde yarar vardır. Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 147. ve izleyen maddeleri hükümlerine göre, tahkikat evresi, ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra, tarafları duruşmaya çağırmasıyla başlar; tarafların veya vekillerinin duruşmada dinlenmelerinden sonra, gerektiğinde çekişmeli hususlar hakkında tarafların delillerinin toplanmasıyla ve bunların incelenmesiyle sona erer. Tahkikat evresinin ardından, sözlü yargılamanın da (Hukuk Muhakemeleri Kanunu md. 186 ve devamı) tamamlanmasından sonra, davanın hüküm verilecek derecede aydınlanmış olması halinde hüküm verilir ve tefhim edilir. Buna göre, tahkikat kavramı, layihalarla yeterince aydınlanmamış olan bir davada, tarafların duruşmaya çağrılmalarıyla başlayıp, çekişmeli yönlere ilişkin taraf delillerinin toplanmasıyla biten ve uygulamada, davaların tamamına yakın bölümünde gerçekleşen bir evreyi ifade etmektedir. Vurgulanmalıdır ki; tahkikat evresi, bozmanın içerik ve kapsamına göre, bazı hallerde bozmadan sonra da gerçekleşebilir. Ancak, 177. maddedeki " Islah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir. " ifadesinden, Kanunun, tahkikat ve hüküm arasında düzenlediği sözlü yargılama evresinde ıslaha izin vermediği sonucu çıkarılabilmektedir. Uyuşmazlıkla doğrudan ilgisi bulunduğundan, 04.02.1948 gün ve 1948-3 esas, 1944-10 karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının metni, sadece gerekli kısaltmalar yapılarak aşağıya alınmıştır.
"1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile usul hükümleri beyanına giren "ıslah" müessesesi ile; açılmış olan bir davada usule müteallik olmak üzere yapılan yanlışlıkları, bir defaya mahsus olmak üzere tamamen veya kısmen düzeltmek imkanı sağlanmıştır. ..Bir dava açıldıktan sonra. .. davayı, sebebi olan vakıalar sonradan öğrenilerek düzeltmek ve deliller safhasında yeni deliller ikame etmek lüzum ve zarureti hasıl olabilir ve iyi niyet sahibi olan taraflar bu yanlışlıkları ve unutulmuş şeyleri "ıslah" yoluyla düzeltir veya tamamlayabilirler. Bu fasıl hükmünün sağladığı bu önemli faidelerine mukabil davanın her hangi bir safhasında bu hükümlerin uygulanması davaların sonu alınamayacak suretle uzamasına da yol açabileceğinden bu değerli ve faydalı hükümlerin sadelik ve çabukluk esasını hedef tutan umumi usul prensiplerine uygun bir şekilde hızlandırılması da tatbikatın gösterdiği lüzum ve icaplarından bulunmaktadır. Konunun aydınlanması ve anlaşmazlığın çözümü bakımından olaya temas eden Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seksendördüncü maddesi hükmü kanunumuzun mehazı olan Noşatel Usul Kanununun iş bu seksendördüncü maddemize tekabül -eden yetmişsekizinci maddesi hükmü ile birlikte mütalaa edilmek icap eder. Noşatel Usul Kanununun yetmişsekizinci maddesinde "ıslah"ın duruşmanın sonuna kadar "..."a la ..." ve teşkilatımızı hedef tutan seksendördüncü maddede "ıslah; tahkikata tabi olan davalarda tahkikat bitinceye ve tabi olmıyanlarda muhakeme hitamına kadar yapılabilir" denilmekle bahis konusu yetmişsekiz ve seksendördüncü maddelerin açık ibarelerinden "ıslah"ın yalnız tahkikat ve yargılama safhalarında yani tahkikat bitinceye ve hüküm verilinceye kadar mümkün olabileceği kastedildiği ve tahkikat ve yargılama devresinden sonra tarafların bu hakkı kullanamayacakları anlaşılmaktadır. Kanunumuzun temyiz faslında ve hususiyle 430. maddede hüküm temyizen bozulduktan sonra da ıslahın cari olabileceğine dair sarih ve zımni bir hüküm mevcut olmamasına ve aksine tahkikat ve hüküm devreleri gösterilmek suretiyle bir devre ve zaman ile takyid edildiğine göre seksendördüncü maddenin mücerret ıtlakına bakılarak bu istisnai yolun hükmün Yargıtay’ca bozulmasından sonraki safhalara da şumulünün kabul edilmesi bozma karariyle kazanılan hakları ihlal edebileceği gibi tamamen "ıslah" suretiyle davanın değiştirilmesi hallerinde de işin sonuçlanması güçleşir. Ve bu suretle bu müesseseden beklenilen gayeye ve çabukluk esaslarına aykırı düşer! Netice; Dava açıldıktan sonra mevzuunda, sebebinde ve delillerde ve sair hususlarda usule müteallik olmak üzere yapılmış olan yanlışlıkları bir defaya mahsus olmak üzere düzeltmek ve eksiklikleri de tamamlamak imkanını veren ve mahkeme kararına lüzum olmadan tarafların sözlü ve yazılı beyanlarıyla yapılabilen "ıslah"ın; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seksendördüncü maddesinin açık hükmü dairesinde tahkikat ve yargılama bitinceye kadar yapılabilip Yargıtay"ca hüküm bozulduktan sonra bu yoldan faydalanmanın mümkün olamayacağına..." şeklindedir.
Metni yukarıya alınmış olan İçtihadı Birleştirme Kararının şu iki temel saptamayı içerdiği görülmektedir:
1-Islah, iyiniyetli tarafın, davayı açtıktan veya kendisine karşı bir dava açıldıktan sonra öğrendiği olgularla ilgili yanlışlıklarını düzeltmesine, eksiklikleri tamamlamasına, bu çerçevede yeni deliller sunabilmesine olanak sağlayan bir kurumdur.
2--Ne var ki, taraflardan birine davanın herhangi bir aşamasında ıslah olanağı tanınması, davaların sonu alınamayacak şekilde uzamasına neden olmak gibi bir sakıncayı da içermektedir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 177. maddesinde, ıslahın yalnızca tahkikat bitinceye ve hüküm verilinceye kadar yapılabileceği öngörüldüğüne ve temyiz faslında da, bozmadan sonra dahi ıslahın olanaklı bulunduğuna dair açık veya örtülü bir hüküm yer almadığına göre, Kanunun bu olanağı bir devre ve zaman ile sınırlandırdığı kabul edilmelidir. Dolayısıyla, 177. maddenin soyut iznine bakılarak, bu istisnai yolun bozmadan sonraki aşamalara da yaygınlaştırılması, bozmaya uyulmasıyla kazanılan hakları ihlal edebileceği gibi, davanın tamamen ıslah edildiği hallerde, işin sonuçlandırılmasını da güçleştirir. O halde, ıslahla ilgili kuralların, yargılamanın sadeliği, basitliği ve çabukluğunu amaçlayan diğer usul hukuku ilkeleriyle bağdaşacak şekilde yorumlanması; bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılması zorunludur.
Bu saptamalar, somut uyuşmazlığı ilgilendiren yönleriyle basite indirgendiğinde, anılan İçtihadı Birleştirme Kararında bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılırken, Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun yukarıda irdelenen 177. maddesindeki kural yanında, bozmaya uyulmakla oluşan usuli kazanılmış hakların ihlali endişesinin de etken olduğu görülmektedir. Bu endişenin nedeni şudur: Bir davada verilen hükme yönelik bozma ilamı doğaldır ki, bozmanın kapsam ve gerekçelerine bağlı olarak değişebilmekle birlikte genellikle, tarafların hak ve borçlarının hukuksal dayanak, nitelik, miktar ve kapsamları gibi yönlerden, davanın ondan sonraki seyrini belirler; mahkemece bozmaya uyulması halinde, uyma sonrasında hangi işlemlerin ve araştırmaların yapılması gerektiğini ortaya koyar. Dolayısıyla, mahkemenin bozmaya uyması, davanın artık bozmada gösterilen yön, kapsam ve sınırlar çerçevesinde sonuçlandırılacağı anlamını taşır. O nedenle de, uyma kararı, bozma kendisinin yararına olan taraf bakımından usuli kazanılmış hak oluşturur ve mahkeme uyduğu bozma kararının gereklerini yerine getirmekle yükümlü hale gelir. Davanın, bu şekilde, uyulan bozmanın öngördüğü yön ve içeriğe bürünmesinden sonra, salt Kanunun tanıdığı yetkiye dayanılarak, taraflardan birinin ıslah yoluna gitmesi, her davanın kendine özgü yapısı içerisinde, bozmayla diğer taraf yararına oluşan usuli kazanılmış hakkın ortadan kalkması ya da sınırlanması, zayıflaması sonucuna yol açabilir.
Açıktır ki, söz konusu sakıncaların doğabilmesi için, her şeyden önce, ortada, hakkında tahkikat yapılmış, hükme bağlanmış ve kurulan hüküm Yargıtay tarafından hukuka uygunluk yönünden denetlenerek bozulmuş istem/istemler bulunmalıdır. Önemle belirtilmelidir ki; İçtihadı Birleştirme Kararları konularıyla sınırlı, gerekçeleriyle açıklayıcı ve sonuçlarıyla bağlayıcı nitelik taşırlar.
Yukarıdaki açıklamaların somut olay bakımından ortaya koyduğu sonuç şudur: İçtihadı Birleştirme kararıyla kabul edilen, bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı yönündeki kural, Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 177. maddesi hükmüyle birlikte değerlendirildiğinde, bir davadaki istem/istemler hakkında mahkemece tahkikat (tarafların duruşmaya çağırılmaları, çekişmeli yönlere ilişkin delillerin toplanması, toplanan delillerin değerlendirilmesi) yapılarak, bunların ortaya koyduğu sonuç çerçevesinde bir hükmün kurulduğu ve Yargıtay"ın ilgili Dairesinin de, kurulan bu hükmü, herhangi bir nedenle usul ve yasaya aykırı görerek bozduğu hallerle sınırlı bir içeriktedir.
Yapılan açıklamalar çerçevesinde; eldeki davada, Dairemizin bozma kararı öncesinde tahkikatın sonuçlandığı gözetildiğinde, ıslah dilekçesi ile arttırılan talep miktarı nazara alınmaksızın karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması;
B)6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Yasasının 297. maddesinin 2. fıkrasındaki “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” yönündeki amir hükme aykırı olarak, hüküm altına alınan harç, yargılama gideri ve vekalet ücretinden sorumlu olan davalılar belirtilmeksizin, hakkındaki dava ret edilen davalı ... A.Ş.‘den de tahsiline sebep olacak ve infazda tereddüt oluşturacak şekilde, davalılardan tahsiline karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacı Kurum ile davalılar ...Tic. Ltd. Şti. ve ... A.Ş. vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hükmü temyiz etmeyen davalı ... yönünden, davacı Kurum lehine oluşan usuli kazanılmış hak durumu da gözetilerek karar verilmek üzere, hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalılardan ... Tic. Ltd. Şti. ve ... A.Ş."ye iadesine, Üyeler ... ve ...’in muhalefetlerine karşı; Başkan ..., Üyeler ..., ..."in oylarıyla ve oyçokluğuyla 04.02.2013 gününde karar verildi.
(M) (M)
.../.....
-6-
KARŞI OY
Dava, rücuan tazminat istemine ilişkin olup, davacı Kurum bozma ilamından sonra ıslah ile dava miktarını artırmış, mahkemece de bu miktar esas alınarak hüküm kurulmuştur. Daire çoğunluğu ile aramızdaki ihtilaf, 4.2.1948 gün ve 1948-3 Esas, 1944-10 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının varlığı karşısında bozmadan sonra ıslah ile müddeabihin artırılıp artırılamayacağı hususudur.
Dava, fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak suretiyle kısmi dava olarak açılmıştır. Ne 1086 sayılı HUMK 84. Maddede ne de 6100 sayılı HMK 177. Maddede açıkça, hüküm temyizen bozulduktan sonra ıslah yapılamayacağına dair açık bir hüküm yoktur. Ancak söz konusu İçtihadı Birleştirme Kararı ile; “davanın her hangi bir safhasında ıslah hükmünün uygulanması, davaların sonu alınamayacak şekilde uzamasına yol açabileceği, bozma kararı ile kazanılan hakları ihlal edebileceği ve tamamen ıslah suretiyle davanın değiştirilmesi hallerinde işin sonuçlandırılmasının güçleşeceği” nedenleri ile Yargıtay’ca hüküm bozulduktan sonra ıslahın mümkün olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararı zamanında 1086 sayılı HUMK 87. Maddede, ıslah suretiyle müddeabih artırılamaz hükmü cariydi. İçtihadı Birleştirme Kararı oluşturulurken bu husus değerlendirilme dışı bırakıldı. Yani dava değerinin artırılması, bozma kararından önce de yapılamıyordu.
Uygulamada, fazlaya dair haklar saklı tutulmuş olması şartıyla kısmi davadan sonra ek dava açılıp asıl dava ile birleştirilerek müddeabihin artırılması yasağı aşılmaya çalışılıyordu. Birden fazla ek dava açılması da kural olarak mümkündür.(Bkz. HGK.E. 2004/9-754, K.2005/36)
HUMK"un 87. maddesinin "Müddei, İslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez" şeklindeki son cümlesi, hakkın elde edilmesini zorlaştırdığı ve davacıyı ikinci kez dava açmaya zorladığı, bu durumun Anayasa"nın Hukuk Devleti ilkesine aykırı olduğu ve hak arama özgürlüğünü kısıtladığı gerekçeleriyle, Anayasa Mahkemesi"nin 07.11.2001 günlü Resmi Gazete"de yayımlanan 20.07.1999 tarihli kararıyla iptal edilmiş ve böylece, davadaki talep sonucunun kısmi ıslah yoluyla artırılması usulen olanaklı hale gelmiştir. Mevcut (Anayasa Mahkemesi"nin iptal kararından sonraki) yasal durum itibariyle, kısmi davada fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmuş olan davacının, dilerse ek dava açmak yerine, saklı tuttuğu alacak bölümü için (kısmi) o dava içerisinde ıslah yoluyla talepte bulunabilmesi mümkündür. Bu haliyle kısmi ıslah, ek dava yoluyla elde edilebilecek haklara, mevcut dava içerisinde, daha basit, daha az masrafla ve daha kısa süre içerisinde kavuşma olanağı tanıyan ve bu yönüyle adeta ek dava açma yoluna alternatif oluşturan bir yapıdadır. Dolayısıyla, kısmi davanın davacısı, ek dava açmak veya kısmi ıslah yoluna gitmek konusunda seçimlik hakka sahiptir. Yukarıda değinildiği üzere, kısmi ıslah yoluyla müddeabihin artırılabilmesi olanağı, bir anlamda, artırıma konu kısmın ek dava yoluyla istenilmesinin alternatifi niteliğinde bulunduğundan, başka bir ifade ile kısmi davadaki ıslah ile bu yola gidilmeyip ek dava açılması halleri, davacıya aynı hak ve olanakları tanıyan seçimlik yollar olduğundan, Usul Hukuku açısından sonuçlarının da aynı olması gerekir. (Bkz. T. 15.10.2003, HGK.T. E.2003/9-510, K.2003/555)
Hukuk Genel Kurulunun bu yorumu karşısında, davacı, bozmadan sonra ek dava açma zahmetine girmeden, davalıya ikinci bir yargılama gideri külfeti
..../.....
-7-
yükletmeden ıslah ile dava değerini artırabilmelidir. Bu durum usul ekonomisine ve seri yargılamaya daha uygun olduğu gibi, İçtihadı Birleştirme kararı ile amaçlanan “davaların sonu alınamayacak şekilde uzamasına yol açabileceği, bozma kararı ile kazanılan hakları ihlal edebileceği ve tamamen ıslah suretiyle davanın değiştirilmesi hallerinde işin sonuçlandırılmasının güçleşeceği” çekinceleri burada geçerli değildir. Dava değerinin bozmadan sonra artırılması hususu, uyulması zorunlu İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında değildir. Aksi halde, davacı, ek dava açıp asıl dava ile birleştirmeye zorlanacaktır. Çoğun içinde az da vardır kuralı gereği, ek dava açmaya hakkı olan davacın, davalı tarafa fazla külfet getirmeden aynı dava içerisinde ıslah ile aynı sonuca ulaşması olanaklı olmalıdır. Çünkü neticeleri itibariyle aynı sonuçları doğurmaktadır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacının her aşamada, tahkikat tamamlanıncaya kadar dava değerini artırmasında yasal engel olmadığı gibi yeni yasal düzenleme nedeni ile de aşağıda belirtilen haktan yararlanma imkânına sahiptir.
1.10.2011 Tarihinde 6100 sayılı yeni Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girmiştir. 448. Maddesinde “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.” Hükmü amirdir. Yine yasanın 107. Maddesinde Belirsiz Alacak Davası, yeni bir müessese olarak düzenlenmiştir. Madde metni aşağıdaki şekildedir.
[Madde 107- (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.]
İş kazası nedeniyle tazminat ve rücu istemli davaların, kusur oranlarının ve tazminat miktarının belirsizliği nedeni ile Belirsiz Alacak Davası olduğu öğretide de kabul edilmektedir.
Somut olayımızda, alacak miktarı, hükmün bozulması sonrası tam ve kesin olarak belirli hale geldiğinden davacının 6100 sayılı yasanın 107/2 hükmüne göre ve yeni yasa döneminde 6.1.2012 tarihli dilekçe ile davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceğinde tereddüt kalmamıştır.
Yukarıda açıkladığımız nedenlerle, hükmün temyizen incelenmesi sonucu bozulmasından sonra da ıslah ile dava değerinin artırılabileceği olanaklıdır ve yasal engel yoktur. Kaldı ki, 6100 sayılı yasanın 107/2. Maddesindeki hakkın kullanılması ıslah sayılmaz. Islah müessesine gerek kalmadan ve davanın genişletilmesi yasağına tabi olmadan talebin artırılması yasal hak haline geldiği görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.