21. Hukuk Dairesi 2015/20791 E. , 2017/559 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi
Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
K A R A R
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, temyiz kapsam ve nedenlerine göre, tarafların sair temyiz itirzlarının reddine
2-Dava, sigortalının iş kazası sonucu sürekli iş göremezliği nedeniyle maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece 11.259,37 TL maddi ve 7.000,00 TL manevi tazminatın ve 1.190,72 TL hastane masrafı olarak tespit edilen maddi zararın kaza tarihi olan 23.05.2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalılardan müteselsilen tahsiline, karar verilmiştir.
Yerel Mahkemece manevi tazminatın takdirinde ve maddi tazminatın belirlenmesinde hataya düşüldüğü görülmektedir.
1- Davacının maruz kaldığı zararlandırıcı olayda davalı ... işçisi üçüncü kişinin kusurunun değerlendirilmediği anlaşılmaktadır.
Somut olayda, davalı Belediyenin kanalizasyon arızasına gidermeye ilişkin çalışması sırasında su borusunun patlatıldığı, bunun üzerine olay yerine giden davacının olaya müdahale ederken kepçeyi kullanan davalı ... işçisi ...’un logar kapağını kepçe ile itmesi sırasında davacının sağ kolunun sıkışarak yaralandığı anlaşılmaktadır. Mahkemece iş güvenliği konusunda uzmanlardan oluşan üç kişilik bilirkişi heyetinden davalı işverenin yanı sıra olaya karışan üçüncü kişi işçinin kusurunun aidiyeti ve oranının da değerlendirildiği bir rapor almak gerekirken, iş güvenliği uzmanı sıfatlarının bulunup bulunmadığı anlaşılamayan bilirkişilerce düzenlenen rapora istinaden kusur durumunun belirlenmesi hatalı olmuştur.
2- Aynı zamanda iş kazası nedeniyle davacı tarafça yapılan tedavi giderinden işverenin sorumluluğunun belirlenmesinde hataya düşüldüğü görülmektedir.
Gerçekten ne 506 sayılı yasada ne de 5510 sayılı yasada, Kurumca işe el konuncaya kadar iş kazasına uğrayan sigortalının sağlık durumunun gerektirdiği sağlık yardımlarını yapma dışında işverene bir yükümlülük getirilmiştir. Az önce bahsedildiği gibi, sigortalının iş kazasına maruz kalması halinde her türlü sağlık yardımlarından Kurum sorumludur. Sözü edilen yasalarda, iş kazası ve meslek hastalığı sigorta kolunun getiriliş amaç ve nedeni, sigortalıların belirtilen türde bir zararla karşılaşmaları halinde onları doğrudan koruma altına alma ve kendilerine yardım yapacak kuruluşu belirlemektir. Şu duruma göre, bir iş kazası nedeniyle, sigortalının başvuracağı merci; kendisini bu yönde güvenceye alan Kurum ve onun sağlık kuruluşlarıdır. İşveren, bu tür zararlandırıcı olayların
meydana gelmesi durumlarında, artık sigortalısına karşı muhatap olmaktan çıkar, Kurum doğrudan devreye girer. Esasen, işveren de belirtilen sigorta kolu nedeniyle Yasa"nın belirlediği oranda prim ödemek ve ayrıca koşulları varsa Kurumun yaptığı harcamaları Kuruma geri vermekle sorumlu tutulmuştur. Bu nedenle, gerek sigortalı gerekse işveren, iş kazası ve meslek hastalığı sigorta kolundan birbirlerine karşı değil, doğrudan Kuruma karşı sorumludurlar.
Belirtilen nedenlerle, davalı işverenin tedavi giderlerinden (fatura tutarlarından) sorumlu tutulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
3- Bunun yanı sıra mahkemece, maddi zararın belirlenmesi sırasında, Kurumca bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinin yerine tüm peşin sermaye değerinin belirlenerek sonuca gidildiği görülmektedir.
Bu noktada 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununu’nun 55. maddesinden söz etmek gerekecektir. Buna göre; “ Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez.” hükmüne yer verilmiştir.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 21. maddesinin 1. fıkrasında, iş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir davranışı sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamının, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirileceği, 4. fıkrasında, iş kazası, meslek hastalığı ve hastalık, üçüncü bir kişinin kusuru nedeniyle gerçekleşmişse, sigortalıya ve hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısının, zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara rücû edileceği belirtilmiştir.
Yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda, Kurumca bağlanan gelirlerin ilk peşin sermaye değeri Kurumdan sorularak, işverene kendi kusuru bakımından ve üçüncü kişi kusuru bakımından rücu edilebilecek kısmının hesaplanıp bilirkişi raporunda belirlenen zarar tutarından indirilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması hatalıdır.
4- Son olarak mahkemece takdir edilen manevi tazminat üzerinde de durmak gerekir.
Gerek mülga B.K"nun 47 ve gerekse yürürlükteki 6098 sayılı T.B.K’nun 56. maddesinde hakimin bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi zarar adı ile ödenmesine karar verebileceği öngörülmüştür. Hakimin olayın özelliklerini göz önünde tutarak manevi zarar adı ile zarar görene verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 26.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları tarafların sosyal ve ekonomik durumları paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu olayın ağırlığı davacının sürekli iş göremezlik oranı, işçinin yaşı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, hükmedilecek tutarın manevi tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda olması gerektiği de söz götürmez.
Bu ilkeler gözetildiğinde davacı yararına hüküm altına alınan 7.000,00 TL manevi tazminatın az olduğu açıkça belli olmaktadır.
Mahkemece yukarıda açıklanan maddi ve hukuksal olgular dikkate alınmadan, maddi tazminatın belirlenmesinde ve manevi tazminatın takdirinde yazılı şekilde hüküm kurması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, tarafların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul olunmalı ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA,sair yönler incelenmeksizin, temyiz harcının istek halinde temyiz eden taraflara iadesine, 06/02/2017 gününde oy birliğiyle karar verildi.