Esas No: 2016/11277
Karar No: 2017/980
Karar Tarihi: 14.02.2017
Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 2016/11277 Esas 2017/980 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İş Mahkemesi
Davacı, Kurum işleminin iptaline, kesilen aylığın yeniden bağlanmasına, borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme bozmaya uyarak ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
K A R A R
Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, 14/02/2017 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Dava, 5510 sayılı Kanunun 56. maddesi gereğince annesinden almakta olduğu aylığı kesilen davacının, Kuruma karşı açmış olduğu Kurum işleminin iptali davasıdır.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
İlk derece mahkemesinin kararı davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Yargıtay 21. Hukuk Dairesi anılan kararı oyçokluğuyla onamıştır.
Yüksek Özel Daire Sayın Çoğunluğunun, ilk derece mahkemesinin davanın kabulüne ilişkin kararını yerinde bulmasına aşağıdaki nedenlerden dolayı katılmıyorum.
Uyuşmazlık, davacının ölüm aylığının 5510 sayılı Kanunun 56/son maddesi uyarınca kesilmesine ilişkin Kurum işleminin usul ve yasaya uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Davanın yasal dayanağı, 01/10/2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 56/son maddesidir.
5510 sayılı Kanunun 56/son maddesine göre; "Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar 96. mdde hükümlerine göre geri alınır".
5510 sayılı Kanunun 96. maddesi şöyle düzenlenmiştir.
"Kurumca işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu Kanun kapsamındaki her türlü ödemeler;
a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıdığı tarihlerden,
b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklamışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren yirmidört aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan, itibaren hesaplanacak olan kanuni faizi ile birlikte ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre gelir alınır .
Alacakların yersiz ödemelere mahsubu, en eski borçtan başlanarak borç aslına yapılır, kanuni faiz kalan borca uygulanır. Bu hüküm ilgili hak sahiplerinin muvafakat etmeleri kaydıyla, aynı dosyadan diğer bir hak sahibine yapılan yersiz ödemelere mahsubunda da uygulanır.
Yersiz ödemenin gelir ve aylıklardan kesilmesinde, kesintinin başlayacağı ödeme dönemi başı itibarıyla kanuni faiz ile birlikte hesaplanan borç tutarı, gelir ve aylıktan % 25 oranında kesmek suretiyle uygulanır.
Yersiz ödemelerin tespiti ile geri alınmasına ve bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir".
5510 sayılı Kanununun 101. maddesinde ise; "Bu kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür".
Sosyal güvenlik, toplumda yaşayan her kesimi hiçbir ayırım gözetmeksizin hayatın çeşitli sosyal risklerine karşı ekonomik güvence altına alarak yarın endişesinden kurtarmaya, toplumda yoksul ve muhtaç insanlara yardım ederek onlara insan onuruna yaraşır en az yaşam düzeyi sağlamaya çalışır. Böylelikle bir ülkede, sosyal adaletin ve sosyal devlet ilkesinin gerçekleştirilmesine hizmet eder. Sosyal edimler (yardımlar) sağlayan tüm alanlarda olduğu gibi sosyal sigortalarda sosyal adalet ve sosyal güvenliğin gerçekleştirilmesi amacına hizmet etmeye ve insana, insan onuruna layık bir yaşam düzeyi sağlamaya yöneliktir. Sosyal güvenlik, sadece insanların geleceğini güvence altına almaya yönelik bir kurallar bütünü olmayıp, her şeyden önce bir sosyal program ya da polikadır. Bu politikada asıl hedef, bunun içinde durmadan değişen kural ve ilkeler, türlü yöntemler ve önlemler yer almaktadır. Bu niteliği itibariyle sosyal güvenlik bir hukuk dalı olmaktan çok, bir sistemdir. (Tuncay – Ekmekçi - Yeni Mevzuat Açısından Sosyal Güvenlik Hukukunun Esasları, 2. Baskı, İstanbul 2009 – S-3, 5, 115)
5510 sayılı Kanunun 56/son maddesindeki ölen sigortalının kız çocuğu ve dul eşi yönünden, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının kesilmesi ve kesilmiş aylıkların geri alınması öngörülmektedir. Buna göre, daha önce sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle ayrı fiilen birlikte yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak benimsenmiştir.
""5510 Sayılı Kanunun 56/son maddesinin gerekçesinde, bu düzenleme ile hakkını kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde ilgiliyi haktan yararlandırmama; hakkın kötüye kullanılması durumunda hak sahipliğinin ortadan kalkması ve dolayısıyla gelir veya aylıktan yararlandırılmaması yöntemi benimsenmiştir.
Hak sahibinin boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne şekilde olursa olsun, Anayasal bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de Devlet, sosyal görevlerini mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirmesine ilişkin Anayasanın 65. maddesi uyarınca sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi Devletin boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün değil ise de bu durumada olan kişileri sosyal sigorta yardımlaşma kapsamı dışında bırakması mümkündür.
Maddede boşanmanın amacına yönelik herhangi bir düzenlemeye yer verilmediğinden, uygulama yapılırken eşlerin boşanma ifadelerinin gerçekliğinin araştırılması söz konusu olmamalı, boşanmanın muavazaalı olup olmadığına ilişkin herhangi bir araştırma ve boşanma yönündeki kesinleşmiş yargı kararının geçerliliğinin sorgulaması yapılmamalı, özellikle kesinleşmiş yargı organının verdiği karara dayanan boşanmanın hukuki durum ve sonucunun eşlerin gerçek iradelerine dayanıp dayanmadığının araştırılmasının bir başka organın yetki ve görevi içerisinde yer olmadığı, kaldı ik 4721sayılı Türk Medeni Kanununda anlaşmalı boşanma adı adı altında hukuki bir düzenlemenin de bulunduğu dikkate alınmalıdır"" ( Yargıtay HGK. 2012/10 – 1154E., 2013/360 K.).
""Anayasanın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, her türlü işlem ve eylemi hukuka uygun, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuken tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren yargı denetimine açık olan devlettir.
Ölüm aylığı alabilecek eşin dul olması ve kız çocuğunun evli olmaması şartı itiraz konusu kuralda değil, 5510 sayılı Kanunun 34. maddesinde düzenlenmiştir. Ölüm aylığının hak sahiplerine paylaştırılmasına dair 5510 sayılı Kanunun 34. maddesinde, çalışmayan veya kendi sigortalılığı nedeniyle gelir veya aylık bağlanmamış çocuklardan; 18 yaşını, lise ve dengi öğrenim görmesi halinde 20 yaşını, yüksek öğrenim yapması halinde 25 doldurmayanlara; kız çocukları için ise yaşları ne olursa olsun evli olmayan, evli olmakla beraber sonradan boşanan veya dul kalan kızların her birine yetim aylğı bağlanması kural altına alınmıştır. Buna göre Yasa koyucunun bir geliri bulunmayan ve evli olmayan kadınları yaşa bağlı olmaksızın ölüm aylığından yararlandırmak suretiyle korumayı amaçladığı anlaşılmaktadır.
İtiraz konusu kuralın madde gerekçesinde, eşinden boşanmak suretiyle babasından maaş bağlanan ancak boşandığı eşleriyle fiilen beraber yaşayanların gelir ve aylıklarının kesilmesiyle ilgili hususların, uygulamada hakkın kötüye kullanılmasını önlemek amacıyla yeniden düzenlendiği vurgulanmıştır.
İtiraz konusu kuralın gerekçesinde de belirtildiği gibi ölüm aylığı alma hakkının kötüye kullanılmasının engellenmesi amaçlanmaktadır. Uygulamada ölüm aylığı almaya hak kazanmak için gerekli olan “ evli olmama” koşulu boşanma ile aşılarak yasa koyucunun bir geliri bulunmayan dul veya bekar kadınları koruma gayesi istismar edilmektedir. Bu şekilde gerçekleştirilen boşanmada, erkek, bir ailede koca olarak kendisine düşen sorumluluklardan kurtulma çabasına girmekte, eşler sanki resmi evliliklerini sürdürüyor gibi bir arada yaşamaya devam etmektedirler. Başka bir ifadeyle ölüm aylığı alabilmek için gerçekleştirilen boşanmada, taraflar iyi niyetli davranmamaktadırlar.
5510 sayılı kanunun 34. maddesinde öngörülen ölüm aylığını alabilmek için “ evli olmamak “ koşulunu aşmak amacı ile iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkçası hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı düzenleme olarak görülemez.
Anayasanın 10. maddesinde yer verilen eşitlilik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlilik öngürülmüştür. Eşitlilik ilkesinin amacı aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını saglamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Yasa önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler yada topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasada öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.
Resmi evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmi evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz.
Anayasanın 60. maddesinde; “Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayarak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar” denilmektedir.
Ölüm aylığı, doğrudan sigortalıya ilişkin bir ödeme değildir. Yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması halinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği halde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından ölüm aylığı hak edenler açısından SGK"nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasanın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz.
Bunun yanında ölüm aylığı, sosyal güvenlik sisteminin aktüeryel yapısıyla da doğrudan ilgilidir. Anayasanın 65. maddesine göre; ""Devlet sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevleri amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir". Ölüm aylığı alabilmek için boşanarak eşiyle birlikte fiilen yaşamaya devam eden kadınlara haksız ve yersiz ödeme yapılması ile oluşacak maliyetin, SGK"nın aktüeryal dengelerini olumsuz etkilememesi için yasa koyucunun bu düzenlemeyi getirdiği anlaşılmaktadır"" (Anayasa Mahkemesi Kararı – Esas: 2009/86, Karar: 2011/70, Karar günü: 28/04/2011 - RG. 15/12/2011 – 28143).
""Ekonomik güçlük içine düşecek veya aile gelirlerini artırmak isteyecek eşlerin, kendi aralarında anlaşmak suretiyle boşanmaya razı olmaları ve bunun üzerine kadın eşe ölen eşinden veya ana-babasından ölüm aylığı bağlanması, klasikleşmiş bir ülke gerçeği halini almıştır. 5510 Sayılı Yasa öncesinde önleyici nitelikte herhangi bir kuralın bulunmayışı, eşleri bu tür kötüye kullanmalara yönlendirmiş ve anlaşmalı boşanmalar sonunda yaşanılan fiili birliktelikler, kadın eş ile kız çoçuğuna ölüm aylığı alması sonucunu yaratmıştır. Ancak bu olanak reform niteliğindeki 5510 sayılı Kanunun 56 ncı maddesinin son fıkrasıyla, artık ortadan kalkmış durumdadır.
Ölen sigortalının eşi ve kız çocuğuyla ilgili olarak, ortaya çıkabilecek değişik birliktelik (beraber olma) durumları düşünülebilir. Nitekim, ölen sigortalının dul eşi yeniden evlenmez ama fiilen biriyle veya birileriyle birlikte olabilir veya yeniden evlenip boşandıktan sonra boşandığı kişiden başka bir kişi veya kişilerle fiilen birlikte yaşayabilir yahut yeniden evlenip boşandıktan sonra boşandığı eşiyle birlikte beraber olmayı sürdürebilir. Bunun gibi ölen sigortalının kız çocuğuda; evlenmeyip fiilen biriyle veya birileriyle birlikte olabilir veya ölüm tarihinde evli olmakla birlikte, sonrada boşanıp, boşandığı eşinin dışındaki bir kişi veya kişilerle birlikte yaşayabilir yahut ölüm tarihinde evli ise, daha sonra boşanıp boşandığı eşiyle birlikte yaşamayı sürdürebilir.
5510 sayılı Yasanın 56/son, gerek dul eş ve gerekse kız cocuk bakımından yukarıdaki sıralamalardan, ilk ikisinde ölüm aylığının ödenmesine devam olunmasına olanak tanınırken, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının kesilmesini ve ödenmiş aylıklarında geri alınmasını öngörmektedir.
Söz konusu hüküm, görüldüğü üzere, daha önce yukarıda belirtilen sıralamalar içinde, sadece boşanıp boşandığı eşiyle birlikte yaşayan kadın eş ile kız çocukları hedef almaktadır. Buna göre, medeni nikah yapmaksızın yaşayanlar ile boşandığı eşinin dışındaki kişilerle fiilen beraber olanlar, anılan hükmün kapsamı dışında kalmaktadır.
Gerçekten, ölüm aylığı almak üzere boşanılıp boşanılan eşle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması, hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır. (TMK. m. 2/II). Nitekim, eşler boşanma ve birlikte yaşama yoluna, gerçekte erkek eşin ekonomik gelirinin yeterli olmaması veya işsiz kalması, yani ekonomik güçlükler (baskılar) yüzünden başvurmuş olabilir. Diğer bir söyleşiyle; eşler, mutlaka bu yolu salt ekonomi ile gelirlerini arttırmak düşüncesiyle denemiş olmayabilirler. Ancak, hukuk düzeni hakkın kötüye kullanılması olgusunu, ne denli masumane görüşle ortaya çıkmış bulunursa bulunsun korumamaktadır.
Bu tür kötüye kullanmaların, her halükarda Kurumun mali kaynaklarına zarar vereceği açık olup, sosyal güvenlik hakkıyla da (AY. m. 60) bağdaşmayacağı ortadadır. Nitekim, bireyin sosyal güvenlik hakları; sosyal hukuk devletinde, hakkın açıkça kötüye kullanılması yoluyla sağlanacak değildir. Bu anlamda, hakkı kötüye kullanma, sosyal hukuk devletinde bir sosyal güvence sağlama tekniği ya da aracı olarak onay görmemektedir.
5510 sayılı Yasa m. 56/son hükmü uyarınca yapılan belirleme sonucunda Kurum, ölüm aylığının kesilmesine karar verir ve ödenmiş olanlarında geri verilmesini isterse; bu takdirde, ilgilinin, Kurum işleminin iptaline karar verilmesi talebiyle, yargı yoluna gitmesi gerekecektir. Bu durumda, Kurum işleminin iptali isteğiyle İş Mahkemesinde dava açılacaktır. (5510 Sayılı Kanun m. 101)
Söz konusu davada kanıt yükü ister istemez, davayı açacak olan kadın eşe/kız çocuğa düşecek ve bunlar ölüm aylığına hak kazanmak amacıyla boşanmış olmadıklarını değil, Kurumun iddia edilenin aksine olayda “fiilen birlikte yaşama”nın söz konusu olmadığını kanıtlamak durumunda kalacaklardır"" (Centel - Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının kesilmesi - Anayasa Karşısında Bir Ülke Gerçeği - Mess Sicil Dergisi - Mart 2012 - Sayfa 190 vd.).
Bu kapsamda, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
""4721 sayılı TMK’nun 2. maddesine göre; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz”.
Bu madde uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı ilkeside birlikte gözetilmek suretiyle, 5510 sayılı Kanunun 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililer her ne amaçla boşanmış olursa olsun, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanunla getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemeden itibaren anılan tür ve nitelikte bir beraberliğe başladıklarının kanıtlanması durumunda, başka bir anlatımla fiili olarak birlikte yaşama olgusunun saptandığı durumlarda, anılan 2. madde kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi gibi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir.
Yine 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun “İspat yükü” başlıklı 6. maddesine göre, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür"".
İspat yükünün Kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi yararına hak çıkaran tarafa ait olduğu, yasal bir karineye dayanan tarafın, sadece karinenin karşı tarafını oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altında olduğu, kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı tarafın yasal karinenin aksini ispat edebileceği kabul edilmektedir"" (Yargıtay HGK – 2012/10 - 1154 E., 2013/360 K.).
Sonuç olarak, davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanunun 56. maddesinin son fıkrasının, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla düzenleme getirmiş olması ve düzenlemenin Anayasaya aykırı olmadığının tespitine ilişkin Anayasa Mahkemesinin kararı karşısında yürürlükteki kanunları uygulamakta yükümlü olan yargı organlarınca uygulanmasının zorunlu olması nedeniyle, boşandığı eşin fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık tahsisi yapılmaması ile bağlanan gelir veya aylığın kesilmesine ilişkin Kurum işlemi usul ve yasaya uygundur.
Somut olaya gelince, davacı ..., ... Aile Mahkemesinin 2004/697 esas, 2004/1000 karar sayılı dosyasında, 08.09.2004 tarihinde eşi ..."ndan anlaşmalı şekilde boşanmıştır.
Davacı ... ile ...."ın nüfus kayıt tablosunun incelenmesinde, tarafların 13.06.1973 tarihinde evlendikleri ve bu evliliklerinden 1974 doğumlu oğlu ..., 1978 doğumlu oğlu ..., 1983 doğumlu oğlu ... ve 1986 doğumlu kızı ... meydana gelmiştir.
Taraflar, aradan 31 yıl geçtikten sonra anlaşmalı olarak boşanmışlardır.
Davacıya, vefat eden annesi ..."ndan dolayı 23.09.2004 tarihinde boşanması sonucu 15.10.2004 tarihi itibariyle aylık bağlanmıştır.
29.12.2009 tarihli emniyet tutanağında; davacının, ..., ... Mah., ... Cad., ... Sok., No: ..." deki adresinde eski eşi ... ile birlikte ikamet ettikleri belirtilmiştir.
Davacının eşi ..."nun Mernis"ten yapılan adres araştırmasında adresinin; ... Mah., ... Sok., ... Sitesi, ... Blok, ...İç Kapı No: ... ... olduğu, ... tarafından bu adres beyanının 31.12.2009 tarihi olup taşınma tarihinin 31.12.2009 tarihi olduğu anlaşılmıştır. Yani davacının eşi ..."ın emniyet tutanağının tarihi olan 29.12.2009 tarihinden iki gün sonra 31.12.2009 tarihinde davacının adresinden taşındığını beyan etmiştir.
Mahkemece, davacının Mernis adres araştırmasında ise, herhangi bir adres kaydına ulaşılmadığı bildirilmiştir.
Mahkemece dinlenen ...Mahallesi Muhtarı ve 1. azası verdikleri ifadelerde; “Mahkemeden gelen yazı sonrasında mahalleden soruşturduğumuzda davacının eşinden ayrı olduğunu ve kendi çocuklarıyla yaşadığını söylediler, kirada oturuyormuş"" şeklinde beyanda bulunmuşlardır.
Yargıtay bozma ilamından önce dinlenen tanık Merve Doğan, verdiği ifadede; “Davacının üst kat komşusuyum, davacı ve eşinin şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşandıklarını, muvazaalı boşanmadıklarını” beyan etmiştir.
Davacının oğlu ... verdiği ifadede; “Annemle babam arasında şiddetli geçimsizlik vardı, bu nedenle boşandılar” şeklinde beyanda bulunmuştur.
Bu durumda davacı tanığı ..."ın, ""taraflar arasında şiddetli geçimsizlik vardı"" şeklindeki beyanı samimi ve inandırıcı değildir. Taraflar 31 yıldır evlidirler ve 2004 yılında anlaşmalı şekilde boşanmışlardır. Diğer tanık ise davacının oğludur. İfadesi delil olarak değerlendirilemez.
Bozma ilamından sonra dinlenen muhtar ve azanın beyanlarda bilgiye dayalı olmayıp, yüzeyseldir ve inandırıcı olmaktan uzaktır. Kaldi ki emniyetin tutanağından iki gün sonra davacının eşi adresini başka bir adrese taşımıştır.
Toplanan tüm delillere göre, davacı, eşiyle birlikte yaşamadığını gerçek ve net delillerle ortaya koyamamıştır. Bu nedenle açılan dava ispatlanamamıştır.
Yukarıda açıklanan tüm bu hukuksal ve maddi olgular göz önüne alındığında, Kurumun 5510 sayılı Kanunun 56/son maddesi gereğince yapmış olduğu aylık kesme işlemi usul ve yasaya uygun bulunduğundan davanın reddedilmesi gerekmektedir. Buna rağmen davanın kabulüne dair ilk derece mahkemesi kararı Yüksek Özel Daire Sayın Çoğunluğu tarafından onandığından, yukarıda açıklanan gerekçelerle onama kararına katılmıyorum.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.